Tâzîm Alâmeti Ehram

Bu çarh-ı bî-vefâ hâlin görüp kimdir ki dil bağlar
Gelenler dâr-ı dünyâya meger gitmez mi sanmışdır

İlhâmî

1994 senesinin 10 Kasım günüydü. Erzurum’a lapa lapa kar yağıyordu. Şehir aylarca altında kalmak üzere soğuk beyaz yorganına sımsıkı bürünüyordu. Kış yüzünü her gösterdiğinde kapalı mekânlara hapsolacağım için gerilir, bahardaki şen, mutlu günlerimin yerini acıya, gama ve hüzne bırakacağını düşünürdüm. Bu defa bu düşüncelerim daha derindi. Bir gece önce teyzem Mesrure Hanım dünya seferiliğinin sonuna gelmiş ve aslî vatanına geri dönmüştü. Şimdi onun geride bıraktığı cismanî emanetini “dünyadan başlayıp kabre, haşre ve ebede kadar uzanıp giden beşer yolculuğunun ilk istasyonu”ndan yolcu etmek ve taziye ziyaretlerine gelecek ahbabına hizmet için Ömer Nasuhi Bilmen ve Cemal Gürsel’in de köyü olan Sarıyayla (Salasor)’daydık. Burası 15. yüzyılda Oğuzların Kayı boyunun Bozok koluna bağlı Karakeçili aşireti mensuplarının yerleştiği tipik bir Türkmen-Dadaş köyüydü. Matematik öğretmeni bir babanın kızı olan teyzem de 20’li yaşlarının başında buraya gelin olarak gelmiş ve 35 senesini burada geçirmişti.
Defin işlemini tamamlamış, taziyeleri kabul etmek için teyzemin mütevazı evinin önünde halka biçiminde toplaşmıştık. En ortada tiftikten örülmüş papaklarıyla (başlık) ihtiyarlar, onların bir dışında yünden dokunmuş aba kumaştan mamûl yelek ve pantolonlarıyla orta yaş dadaşlar, sonra uzun paltoları ve/veya yünden dokunmuş çoraplarını çamurdan korunmak için pantolonlarının üzerine geçirmiş gençler ve nihayet mor, boz, kahve, siyah renkli ehramlarıyla köyün kadınları ve çocuklar…

Devamı Derin Tarih Temmuz Sayısında… 

Benzer konular