Hüzün dolu hatıralar

Şam’ın merkezindeki Osmanlı eserlerinden Tekke-i Süleymaniye, son padişah Mehmed Vahîdeddîn’in kabrini bağrında saklar. Âl-i Osman’ın son sultanının, devletin en güçlü olduğu dönemde Kanunî Sultan Süleyman devrinde inşa ettirilen bir külliyede yatıyor oluşu, tarihin düşündürücü tevafuklarından biridir. Vahîdeddîn’in defin hikâyesi de, başlı başına hüzündür: Sürgünde bulunduğu İtalya’nın küçük sahil kasabası San Remo’da, 16 Mayıs 1926 günü son nefesini veren Vahîdeddîn’in cenazesi, önce iki hafta boyunca borçlarına karşılık rehin tutulmuştu. Bu süre içinde kızı Rukiye Sabiha Sultan bir yandan küpelerini satarak babasının na’şını rehinden kurtarmaya çabalarken, diğer yandan da defin meselesindeki belirsizliği çözmeye uğraşıyordu. Babasını “İslâm toprağı”na tevdi etmek isteyen Sabiha Sultan,...

İmsakiyelerin Kültürel Dünyasına Dair Birkaç Not…

İmsakiyeler, pratik fonksiyonları ve doğrudan “fayda”ları yanında, dinî kültürün tezahür biçimleri ve dinî hayata dair unsurların büyük kalabalıklara, dindar insanlara, çağrışımları ve görsel hafıza kayıtları olarak da ele alınmayı hak eden hususiyetlere sahip. Böyle olunca Türkiye’de siyaset ve ideolojik yapılar büyük kalabalıklara hitap eden bu tür cazip ve yaygın “dinî” unsurlardan müstağni kalamaz. Onları kendine yakınlaştırır ve fikirlerini yayma aracı yahut propaganda malzemesi olarak kullanır. Ayrıca 60’lı yıllardan itibaren kurumlar, dernekler, şirketler adına, görünür şekilde onların ismi ve logosuyla reklam amaçlı basılan imsakiyeleri de unutmamalı.  

Agatha Christie’nin Türkiye ve Ortadoğu Ajandası – II

Agatha Christie ve arkeolog eşi Max Mallowan, kendilerini meşhur edecek bir arkeolojik kazıya imza atabilmek için Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta birçok yer gezdiler. Fakat çiftimize şöhreti getiren, Chagar Bazar ve Tell Brak höyüklerindeki kazılar oldu. Buralardan çıkarttıkları tarihî hazineleri Fransızlarla paylaşarak kendi ülkelerindeki müzelerde Avrupalıların beğenisine sundular. Agatha Christie’nin bu süreci anlattığı Come, Tell Me How You Live isimli hatıratından satır başlarını okurken, bölgedeki Avrupalı arkeologların istihbarat eksenli asıl maksatlarına dair ipuçları bulacaksınız.

Gurûba Doğru…

Dikkatle takip eden okurlarımız mutlaka fark etmişlerdir: Derin Tarih olarak, Müslüman coğrafyanın çok farklı noktalarında, Müslümanların hedef alındığı kitlesel kıyımları bilhassa gündemimizde tutmaya çalışıyoruz. Tripoliçe’den Cezayir’e, Filistin’den Endülüs’e, hazırladığımız dosyalarda temel hedefimiz, hafızamızı diri tutmak. Hatta belki de şu: Bir hafıza inşa etmek. Sizlerden aldığımız geri dönüşler, doğru bir çizgide ilerlediğimizi gösteriyor. Bu sayımızda, merceğimizi biraz daha genişleterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına tesir eden isyanlara odaklandık. Bilâdüşşâm’dan Balkanlara, adım adım yakılan ateşler ve sonrasında koskoca imparatorluğun zerrelerine ayrılması… Hepsinde de dışarıdan bazı ellerin İslâm topraklarını karıştırmak için kurduğu tuzakları ve hazırladığı desiseleri yakından göreceksiniz. Aslında, bu yönüyle, tarih bugün de tekerrür...

“Türkiye’de “Millî” Olan“Dinî” Olan Değilse Nedir?”

İsmail Kara ile Cumhuriyet devrinde dinle alakalı meselelerin bütününü tasvir, tahlil ve tenkit etme gayesiyle kaleme aldığı üç ciltlik yeni kitabı Resimli Cumhuriyet Din Kitabı üzerine sohbet ettik. Dinle, diyanetle, dinî düşünce ve dinî hayatla alakalı konularda Cumhuriyet idaresi, Osmanlı’nın devamı mı? Yoksa bir kırılma ve sapmaya mı işaret ediyor? Lozan sonrası Millî Mücadele ruhundan bir kopuş mu? Cumhuriyet inkılaplarının tamamı niçin doğrudan dinle irtibatlıydı? Türkiye’de din eğitimi var mı? İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri dinî kurumlar mı? Diyanet İşleri Başkanlığı Şeyhülislâmlığın devamı olabilir mi?

Gülbaba

İnsanlar gibi şehirlerin, binaların da hikâyeleri vardır. Hele bu şehirler kadim başkentler, binalar da dinî yapılar ve ilim, irfan müesseseleri ise onlara ait hikâyeler daha ilgi çekici ve heyecan verici tablolar halinde karşımıza çıkar. 16. yüzyılın başında yaşanan ve bir buçuk ay süren yıkıcı depremin ardından İstanbul’u ihya eden, böylece şehrin “bâni-i sânîsi” unvanını alan II. Bayezid, aynı zamanda bir dönemin “Batı’ya açılan kapısı” Galatasaray Lisesi’nin binasını da İstanbul’a kazandıran kişidir. Mekteb-i Sultânî’nin tesis edildiği Galata Sarayı’nın “bâni-i sânîsi” ise bambaşka biridir: Gülbaba…

Agatha Christie’nin Türkiye ve Ortadoğu Ajandası

Arkeolojiye ilgi besleyen ve İngiltere adına Suriye ve Irak’ta faaliyet gösteren üç meşhur İngiliz kadın 20. yüzyıl başlarına damga vurur: İstihbaratçı ve arkeolog Gertrude Bell, ünlü arkeolog ve casus Leonard Woolley’in Alman asıllı karısı Katharine Woolley, arkeolog Max Mallowan’ın karısı, dünyaca ünlü polisiye yazarı Agatha Christie. Agatha ve kocası Irak ve Suriye’den o kadar çok tarihî eser ve obje kaçırdılar ki, Britanya Müzesi minnettarlığını göstermek amacıyla onlar adına bir sergi bile açtı. 8 Kasım 2001 – 24 Mart 2002 tarihleri arasında misafirlerini ağırlayan “Agatha Christie ve Arkeoloji: Mezopotamya’da Gizem” sergisi o dönemde epeyce konuşulmuştu. İsterseniz tarihî eser kaçırma faaliyetlerine geçmeden...

İsmail Saib Sencer

Osmanlı’nın son günlerinden cumhuriyetin ilk günlerine bir ömrü kitapların arasında geçiren İsmail Saib Sencer nadir bulunan tıynette bir ilim adamıydı. Memuriyeti kütüphanecilik olsa da o bunu aşmış, bir ilim hazinesi olmuştu. Müthiş hafızası, kitaplara dair malumatı ve keskin zekâsıyla devrinde her seviyeden ilim talibinin sorularını cevaplamış, bugün bile isimleri saygıyla anılan her biri alanında çığır açmış devasa isimlere rehberlik yapmıştı. Tüm bu meziyetlerine rağmen tevazu içinde bir hayat geçirmiş, vefatından geriye sadece kitapları ve çok sevdiği kedileri kalmıştı.

Editör

Hz. Peygamber (sav) Yesrib’e hicret ettiği zaman, şehirde Evs ve Hazrec adlı iki Arap kabilesinin yanı sıra üç tane de Yahudi kabilesi bulmuştu: Benû Kaynuka, Benû Nadîr ve Benû Kurayza. Yesrib’i Medîne-i Münevvere’ye dönüştürme yolunda atılan en önemli adımlardan biri, Müslümanlardan, müşrik Araplardan ve Yahudilerden meydana gelen bu karmaşık sosyolojiyi “vatandaşlık ortak bağı” çerçevesinde aynı masanın etrafına oturtmak oldu. Müslümanları temsilen Hz. Peygamber’in liderliğinde kurulan yeni denge, şehir halkını “bir devletin vatandaşları” olarak görüyor, hepsine haklarını teslim ediyor, ancak onlara bazı sorumluluklar da yüklüyordu. Bilahare “Medine Vesikası” adıyla tarihe geçecek olan bu toplumsal sözleşme, insanlık tarihindeki ilk yazılı anayasaydı. Hiçbir...

Bir Fotoğrafın İçinden Geçenler

Dördümüz o yıllarda birbirimize çok yakındık, çeşitli vesilelerle sık sık bir araya gelir sohbet eder, Türkiye merkezli olarak ahval-i âleme dair müzakerelerde bulunurduk. Ayrıca müşterekliğimizi kuvvetlendiren bir vasat olarak 1990 martından beri çıkmakta olan Dergâh dergisi yazarıydık, 1995 yılının başında buna Yeni Şafak yazarlığı da eklenmişti. Gazete için Sinan Çetin’in stüdyosunda çekindiğimiz o meşhur fotoğrafta, muhtemelen ortamdan yahut bakılacak yerlerin kesretinden, (en iyisi nazara gelmemek için diyelim!) olmalı, fotoğrafta hepimiz ayrı bir yere, farklı bir yöne bakıyorduk. Yakınlığa nazaran dağınıklık…

Derin Tarih