Bizden Size

Tarihte Bilâdüşşâm mıntıkası, Anadolu’nun bir kısmıyla beraber Filistin’i, Suriye’yi, Lübnan’ı, Ürdün’ü, hatta Irak ve Mısır’ın bir kısmını içine alan geniş bir coğrafyanın adıydı. Ulus devletler çağında önce coğrafyamız bölünüp parçalandı, ardından hafızalarımızın bütünlüğü ortadan kalktı. Mesela bugün Suriye dediğimizde, nasıl bir derinlikten söz etmekte olduğumuzun farkına bile varmayız. Dahası, “Suriye” veya “Suriyeli” kelimelerinin bize çağrıştırdığı şeyler genellikle iç siyasetin polemiklerine bulanmış olumsuz imajlardan ibarettir. Oysa Suriye, öyle geçiştirilecek veya görmezden gelinebilecek bir belde değildir. Hele de Suriye’nin kalbini teşkil eden Şâm-ı Şerîf, bir Müslümanın gönül ve zihin dünyasında sayısız referanslarla işaretlenmiş bir merkezdir.   Derin Tarih olarak, Suriye’de yaşanan güncel...

Nisyana Terkedilen Cevdet Paşa’yı Kim, Niçin Hatırlattı?

İttihat ve Terakki’nin Sultan Abdülhamid idaresini sonlandırıp iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Tanzimat’ın “büyük” icracı paşalarından ve müelliflerinden olan Ahmed Cevdet Paşa da nisyana terkedildi. Cumhuriyet devrinde de devam eden Cevdet Paşa üzerindeki bu kalın nisyan perdelerinin aralanması için 1939 yılında Hasan Âli Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığına gelmesini beklemek gerekecektir. Onun bakanlık süreci (1939-1946) Cevdet Paşa çalışmaları açısından bir yeniden diriliş dönemidir, dense yeridir. Şahsi faktörlerin yanında bu değişimin anlaşılabilmesi için konjonktürel şartlara ve mücavir alanlara da bakmak gerekir.

Dımaşk İslâm Sancağı Altında

Şam 636 yılında Hz. Ömer’in hilafeti döneminde İslâm sancağı altına girdi. Fetihten sonra önemli askerî merkezlerden biri oldu. Yezid b. Ebî Süfyân ve Amr b. As’ın ardından Dımaşk’ın üçüncü valisi olan Muaviye b. Ebî Süfyân, Hz. Osman (ra) döneminde Bilâdü’ş-Şâm’da yetki alanı genişletti. Böylece o, 661’de halifeliğini ilan ettiğinde, Şam Müslümanların üçüncü başkenti oldu. İktidarın, 750 yılında Emevîleri yıkan, Abbâsîlere geçmesiyle devletin merkezi tekrar Irak’a taşındı. Bu dönemde şehir, Bilâdü’ş-Şâm eyaletinin merkezi olarak kullanıldı.

Suriye’nin Acılarla Dolu Yüzyılı

61 yıllık kanlı Baas rejiminin devrilmesiyle, gözler ve kulaklar yeniden Suriye’ye çevrildi. Tarihî Bilâdüşşâm mıntıkasının kalbinde yer alan Suriye’nin yüz yıllık yakın tarihi, birbirinden sarsıcı ve trajik hadiselerle örülü. Bugünleri daha iyi kavramak ve yarınlara makul bir zeminde hazırlanmak adına, Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Suriye’nin geçirdiği dönüşümlere yakından bakalım…  

Bizden Size

Ülkemizde genellikle “Mektûbât” adlı eseriyle tanınan İmâm-ı Rabbânî (Ebu’l-Berekât Ahmed bin Abdilehad el-Fârûkî es-Sirhindî), ilginç bir şekilde, Hint Alt Kıtası’nda tasavvufa mesafeli duran düşünürlerin de takdirini kazanmış bir isimdir. Mevlânâ Ebu’l-Kelâm Âzâd’dan Ebu’l-Alâ Mevdûdî’ye kadar pek çok şahsiyet onu övmüş, “Müceddid-i Elf-Sânî” (Hicrî ikinci bin yılın yenileyicisi) sıfatını teyit eden yazılar yazmıştır. İmâm-ı Rabbânî’yi böylesine şöhrete ve hüsn-ü kabule kavuşturan şey hiç şüphesiz döneminin siyasî ve ilmî simalarıyla girdiği polemikler, bidatlere karşı verdiği keskin mücadele ve tasavvufu fasit felsefî düşüncelerden arındırmak için gösterdiği olağanüstü gayrettir. Keza Muhammed İkbâl’in onu “tasavvufun ihya edici otoritesi” olarak görmesi de aynı sebepledir. Hindistan’da Bâbürlü...

1936 Filistin İsyanında Fevzi Kavukçu’nun İngilizlerle Mücadelesi

Filistinli Müslümanlara yardım sözü veren Irak’taki Filistin Savunma Komitesi Başkanı Said Hacı Sabit, Mart 1936’da fiilî olarak İngilizlerle ve Siyonist çetelerle savaşmak üzere askerî bir güç hazırlığına girişti. Bunun için Suriye’deki Filistin Savunma Komitesi de gönüllü asker topladı. Bu askerî gücün komutanlığını, ülkedeki Pan-Arapların kahramanı Fevzi Kavukçu üstlenmişti. Kendilerine Irak’taki kabile isyanlarının bastırılması sırasında elde edilen Batı kaynaklı silahlar verilen Kavukçu ve beraberindeki gönüllüler Filistin topraklarını müdafaa etmek için İngilizlerle savaştılar, uçaklarını düşürdüler, tanklarına zarar verdiler… Yazı dizimizin üçüncü bölümünde Trablusgarp vilayetinde İngiliz ve Fransız emperyalizmine ve Siyonizm’e karşı mücadele eden, I. Dünya Savaşı’nda Irak ve Filistin cephelerinde İngiliz kuvvetlerine karşı...

“Âkif’ten Emanetler” Kitabı Vesilesiyle Birkaç Meseleyi Müzakere Etmek…

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Fatma M. Şen ile birlikte yayınladığı Âkif’ten Emanetler kitabı, Âkif araştırmaları sahasına, hususen Kur’ân meâline ve mektuplaşmalarına saldığı yeni ışıklar bakımından kıymetli ve sevindirici. İhsanoğlu’na babası Yozgatlı İhsan Efendi’den intikal eden evraka, “emanetler”e dayanan kitabın bazı hususiyetleri var. Bunlardan biri, Âkif’in meâl çalışmasının bir merhalesinin bir parçasını ihtiva etmesi. İkincisi ise ilk defa gün yüzüne çıkan kıymetli mektuplar…

Şeyh Gâlib Hayrâbâd’ı Neden Beğenmemişti?

Katıldığı bir mecliste, Nâbî’nin Hayrâbâd’ ına, benzerinin asla yazılamayacağı yönünde abartılı övgülerde bulunulması Şeyh Gâlib’i rahatsız eder. O sıralar 26 yaşında genç bir şair olan Şeyh Gâlib, Nâbî’nin eserine, altı ay içinde yazıp bitirdiği Hüsn ü Aşk ile karşılık verir. Ayrıca Hüsn ü Aşk’ ın sebeb-i telif bölümünde Nâbî’ye bazı eleştirilerde bulunur. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre bu eleştiriler aslında bir şairden ziyade artık tekrara düşen bir şiir geleneğini hedef almaktadır.

Bizden Size

Tarihçiler ve dilbilimciler, Lübnan’ın isminin, sırtını yasladığı bembeyaz karlı dağlardan geldiğini söyler. Sâmî lisanlarında “l-b-n” kökü gerçekten de beyaz ve beyazlık anlamına işaret eder. Aslen süt demek olan leben, bugün modern Arapçada yoğurt ve ayran için kullanılır mesela; bir peynir çeşidi olarak “labne” de yine bizim bildiğimiz kelimelerdendir. Etimolojinin sürprizlerle dolu koridorlarında dolaşmak çok keyifli. Ancak Ortadoğu’nun en sıra dışı ve fizikî açıdan en güzel ülkesi olan Lübnan’ın bugünkü durumu, keyif kaçıracak birçok detayı barındırıyor. Öyle ki, Lübnan denildiğinde akla neredeyse güzel ve olumlu hiçbir nokta gelmiyor. Hadiseleri sadece “sıcak gelişmeler” bağlamında değerlendirenler için, Lübnan’ın hatırlattığı tek şey, bitmek bilmeyen...

Fevzi Kavukçu’nun Ortadoğu’daki İlginç Serüveni-II

1925’te Hama’da Fransızlara isyan bayrağını açarak Suriye ayaklanmasını başlatan Fevzi Kavukçu, önce Osmanlı’ya, sonra Emir Faysal’a, ardından Fransa’ya, sonra Suriyeli milliyetçilere, II. Dünya Savaşı sırasında Almanlara ve en sonunda da İngilizlere sadakat göstermiş ilginç bir simaydı. Suriye isyanına liderlik ettikten sonra Fransız Manda idaresi tarafından kendisi hakkında verilen idam kararından kurtulmak üzere destek toplayabilmek için İstanbul’a gelen ancak burada aradığını bulamayınca yönünü Suudi Arabistan’a çevirerek kendisini Pan-Arabizm davasına adayan Fevzi Kavukçu’nun geçtiğimiz ay yer verdiğimiz şaşırtıcı serüveninin ikinci bölümünü paylaşıyoruz.