Antep sokaklarında oynarken sık sık düşer, dizlerini kanatırdı. Ağlardı, teselli ederdim. Göz yaşları içime akardı. Sonra trenle Eskişehir’e varış. Tünellere girdiğinde kompartımanın perdelerini koparırcasına indirişimiz (sonunda kopmuştu), bir çuval hıttı yiyişimiz, yüzlerimiz kararmış vaziyette Bursa garajına inişimiz, sırtımızda çantalarla karşıdan karşıya geçerken yere kapaklanışım, bu defa onun beni kaldırmaya çalıştığı Ağustos ânı… Sonra Bursa… Ve ahşap evlerin ekşi kokulu merdivenleri. Taş sokaklarında koşmaz, uçardık. Evlerin bahçesinden ayva kopartır, dut silkelerdik. Döngel ve incirle sonbahara dönerdi mevsim, erikle bahara. Mektep yıllarımız, yaz tatillerimiz, askerliklerimiz, evlenmelerimiz, çoluk çocuğu karışmalarımız, onun Urfa’ya dönmesi, benim İstanbul’a gitmem, Bursa büyüsünün çözülmesi… Derken baba ve annelerimizi...