Bizden Size

Türkiye’de cumhuriyetin ilânından sonra gerçekleşen en acı hadiselerden biri, 1931 yılında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yaklaşık 30-50 ton arası değerli belgenin “kâğıt hamuru olarak kullanılmak üzere” Bulgaristan’a satılmasıdır. Neyse ki, okkası üç kuruşa elden çıkarılan ve Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi binasından vagonlara yüklenerek Sofya’ya gönderilen belgelerin kıymeti Bulgar yetkili makamlarınca anlaşılmış, böylece imha edilmeyerek hızlıca hepsine el konulmuştur. Bu sayede, İstanbul ve Kahire’den sonra en fazla Osmanlı arşiv belgesi bugün Sofya’da bulunuyor. 20 Haziran 2025 Cuma günü Sofya’ya yaptığım ziyaret sırasında, Bulgaristan Millî Kütüphanesi’nin tarihî binasında bu olağanüstü kıymetli belgelerin bir kısmını görme imkânı buldum. Aradan geçen neredeyse bir asırlık...

Nurettin Topçu Fikriyatına Dair Birkaç Not

2025 yılı Nurettin Topçu’nun vefatının 50. yılı. Kitapları ve fikirleri, arkasında hiçbir siyasî ve kurumsal destek olmadan her gün giderek daha fazla ilgiye mazhar oluyor, okunuyor, müzakere ediliyor. Görünen o ki ilmî-felsefî, kültürel, dinî ve eğitime dair köklü problemlerini çözemeyen Türkiye’nin bugünü, gelecek yılları ve önümüzdeki zaman onun okunup anlaşılmasına, tartışılmasına daha fazla ihtiyaç gösteriyor, gösterecek.

Bizden Size

İngiliz hükümeti, 16 Mart 1846 tarihli Amritsar Anlaşması’yla, Müslüman nüfusun ekseriyeti teşkil ettiği Keşmir’i Hindu Mihrâce Gulab Singh’e (1792-1857) satmıştı. İngiltere, bizzat sahibi olmadığı bir toprağı, orada demografik ve siyasî açıdan herhangi bir ağırlığı bulunmayan azınlıktaki bir gruba, sakinlerinin ve yerlilerinin arzusu hilafına devrediyordu. Bu durum, 2 Kasım 1917 tarihli ünlü Balfour Deklarasyonu’yla Filistin’de de tekrarlanacaktı. Bu açıdan, Keşmir ve Filistin krizleri, yöntem ve bağlam olarak başından beri ikiz kardeş gibiydi. Gulab Singh, Keşmir’in yönetimini ertesi yıl oğlu Ranbir Singh’e (1830-1885) devretti. 1848’den 1885’e kadar Keşmir mihrâcesi olarak görev yapan Ranbir Singh ölünce, yerini oğlu Pratap Singh (1848-1925) aldı. Erkek...

Bir Lokma, Bir Hırka, Bir Mercedes…

12 Eylül darbesiyle birlikte bir ileri merhaleye vardırılan ve artık daha bir görünür hâle gelen husus, siyasî merkezin kanunen yasak olan cemaat ve tarikatlarla münasebetlerini yeniden düzenlemesi, bunun bir neticesi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere üniversitelerin, askerî kısmı dâhil bürokrasinin bu yapılarla ilişkilerinin artması ve alenileşmesidir. Bu elbette cemaat ve tarikatlar cenahında beklenmeyen/bilinmeyen bir büyümeyi, hatta azmanlaşmayı getirecektir.

Türkiye’de İHA’ların Serüveni

II. Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasında İHA’larla ilgili çalışmalar hız kazanarak devam ederken, 1980’lerden itibaren birçok ülkenin ilgi duymaya başladığı İHA’lar; Bosna-Hersek, Kosova, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan, Yemen, Pakistan, Libya, Mali ve Suriye çatışma bölgelerinde kullanılarak savaş ortamlarında kendini kanıtlamayı başardı. Başlarda sadece keşif ve gözetleme aracı olarak kullanılan İHA’lar zamanla silahlandırılarak her iki görevi de yerine getirebilen başarılı bir savaş platformuna dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti ise 1980’lerden itibaren gelişmiş birçok ülke gibi İHA Sistemlerine yönelmiş ve 2010’larla birlikte çarpıcı bir ivme kazanmıştır. Emekleme dönemlerinden dünyanın en iyileri arasına girdiğimiz Altın Çağ’a, Türkiye’de İHA’ların uzun ve nefes kesen serüveni…

Bizden Size

Modern zamanlarda insanoğlunu en çok uğraştıran konulardan biri, akıl sağlığı ve psikolojik durumlarla alakalı meseleler. Bunun, kalabalık metropollerin yüklediği çok boyutlu stres, “moda” telakkilerin ruh ve kalp âlemini tarumar etmesi, ölçülerin tümüyle şaşması, insanın yüksek tempolu dönüşümler karşısında giderek daha savunmasız hale gelmesi gibi çeşitli sebeplerinden söz edilebilir. Ancak şurası kesin: Akıl sağlığı mevzusu, çağlar boyunca herkesin yakından ilgilendiği oldukça kadîm bir problem. Derin Tarih’in bu sayısında, siz kıymetli okurlarımıza küçük bir sürpriz yapmak ve belki de hiç beklemediğiniz bir dosyayla karşınıza çıkmak istedik: Osmanlı’da Delilik ve Deliler. Osmanlılar, akıl hastalıkları ve delilik hakkında ne biliyorlardı? “Deli” kime denirdi? “Mecnun”...

Kitap Tarihi mi? Düşünce Tarihi mi?

Ahmed el-Shamsy’nin İslâm Klasiklerini Yeniden Keşfetmek başlıklı kıymetli çalışması, İslâm dünyasının son bir, bir buçuk asrında matbu kitap ve matbaa tarihi kadar çağdaş İslâm düşüncesinin yeni kaynak arayışlarına saldığı ışık huzmeleri bakımından önemli bir çabaya işaret ediyor. Bununla birlikte kitabın bazıları oryantalistik etkilerden, bir kısmı ideolojik denebilecek sebeplerden, milliyetçilikten; bir bölümü de yaklaşım tarzından kaynaklanan ciddi problemleri de var.

Ortadoğu Türkiye’nin Ne(re)si Olur?

“Türkiye’nin Ortadoğu bataklığında ne işi var?” sorusunu sık sık duyarız. Oysa asıl soru şu olmalı: Nasıl oldu da Türkiye dört asır yönettiği, emek ve can verdiği; ilim, kültür, sanat, şehircilik ve estetik itibariyle damgasını vurduğu ve şimdi “Ortadoğu” diye adlandırılan bir büyük coğrafyadan; içinde Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün de olduğu kutsal bölgelerden fikren ve tasavvur dünyası itibariyle bu kadar çabuk koptu ve uzaklaştı? Medine müdafaası ve Fahrettin Paşa kaç milletin tarihinde var?

Kıbrıslı Başşehbender, Batavya Raporunda Misyonerleri Nasıl Deşifre Etmişti?

Köstence, Malta, Tiflis, Londra, Batavya ve Cava gibi bölgelerde Osmanlı Başşehbenderi olarak görev yapan Kıbrıslı Mehmed Refet Bey diplomatik vazifelerinin yanı sıra, bulunduğu yerlerde Müslümanların sorunlarıyla yakından ilgilenmiş, pek çok yardım faaliyetine öncülük etmiş, İslâmî cemiyetlerin kurulmasına ve Müslümanlara ait gazetelerin çıkmasına ön ayak olmuştur. 1 Mart 1921’de Batavya Şehbenderi olarak yazdığı son raporlarından birinde, Şerif Hüseyin isyanının da tesiriyle “İslâm Dünyasındaki Çöküşün Sebepleri ve Misyonerlerin Faaliyetleri” başlığı altında Osmanlı Hariciye Nezaretine gizlice gönderdiği ilginç raporda deşifre ettiği misyoner faaliyetlerini birlikte okuyalım.

Bizden Size

Dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, Amerikan yönetiminin başkent Washington D.C.’ye tam 14 bin kilometre mesafede bulunan Vietnam’da giriştiği askerî macerayı, “Eğer komünistler yönetimi ele geçirirse, Asya’nın tamamında -domino taşlarının birbirini devirmesi gibi- hızlı değişimler olur. Vietnam’ı kaybedersek Laos, Kamboçya, Endonezya, Tayland ve hatta Japonya bile teslim bayrağını çekebilir” şeklinde izah ediyordu. Sovyetler Birliği ve Çin’in desteklediği Kuzey Vietnam’la ABD ve müttefiklerinin arka çıktığı Güney Vietnam arasındaki yıkıcı savaş 1955’ten 1975’e tam 20 yıl sürdü. Vietnamlılar, verilen ağır kayıplara rağmen ABD’yi mağlup etmeyi başardı; Amerikan yönetimi ise Eisenhower ve ardıllarının öne sürdüğü hiçbir hedefi elde edemedi. Arkasında aynı zamanda ciddi...

Derin Tarih