Bizden Size

İstanbul’un Aksaray semti Çakırağa Mahallesi nüfusuna kayıtlı İdris Sabih Efendi, Dârulfünûn Hukuk Mektebi’ni bitirmesine iki ay kala askere alındığında, tarihler 10 Ağustos 1914’ü gösteriyordu. Birinci Cihan Harbi patlak vermiş, imparatorluğun gencecik nesilleri cepheden cepheye savrulmuştu. İdris Sabih’in talihine ise 6. Ordu bünyesindeki Medine Kuvve-i Seferiyesi düşmüş, birinci şubede Fahreddin Paşa’nın sır kâtibi olarak görevlendirilmişti. Medine-i Münevvere’de kaldığı süre boyunca, fıtraten zaten duygusal bir insan olan İdris Sabih’in Hz. Peygamber’e bağlılığı aşk seviyesine yükseldi. Fahreddin Paşa’nın idare ettiği meşhur “Medine Müdafaası” sırasında komutanından bir an bile ayrılmayan İdris Sabih, nihayet mütareke imzalanıp da Medine’den çekilmek mecburiyeti doğunca, duygularını çok içli bir...

İstanbul’daki Kadem-i Şerîfler İçin Yazılan Manzûmeler

İstanbul’da altısı Hırka-ı Saâdet’te, üçü III. Mustafa ve I. Abdülhamid türbeleri ile Eyüp Sultan’da olmak üzere dokuz kadem-i şerîf bulunmaktadır. Bu kadem-i şerîflerin bulundukları yeri incelediğimizde hepsi için bir manzume yazıldığını görürüz. Beş manzumeden ikisinin şairi Sultan Ahmed ve III. Selim iken, diğerlerinin kim tarafından yazıldığı bilinmemektedir. Sultanlar tarafından kadem-i şerîflere manzumeler yazılması Osmanlı toplumunda Hz. Peygamber’e (sas) duyulan muhabbetin bir göstergesidir.

Mukaddes Emanetler Üzerinden Birkaç Meseleyi Müzakere Etmek…

Cumhuriyet devrinde ve -“dinî” eğitim dahil- yeni eğitim süreçlerinden geçmiş kişiler nezdinde Mukaddes Emanetler’in müzakere edilme tarzı ve istikameti de değişti. Bu yeni başlıklardan ve farklı ele alma tarzlarından biri “doğru bilgi” merkezli olarak Mukaddes Emanetler’in mevsukiyeti yani İslâm’ın ilk döneminden, Hz. Peygamber devrinden bugüne kadar intikallerinin mümkün ve gerçek olup olmadığı meselesidir. İkincisi ise -muhtemelen daha önemlisi- mukaddes/kudsî/kutsal ile mübarek/teberrük kavramlarıyla irtibatlı olarak “Mukaddes”/ “Mübarek” Emanetler meselesinin İslâm dinindeki yerini yeniden ve umumiyetle zayıflatarak ele almaktır.

Fransızlara İsyan Bayrağı Açan Bir Osmanlı Subayı Fevzi Kavukçu

Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı sonrası bölgeden çekilmesinin ardından Ortadoğu önce Avrupa devletleri tarafından işgal edildi. Manda yönetimine gösterilen reaksiyonlar ise emperyalist güçleri bölgede kukla devletler kurmaya sevk edecekti. Bu süreci en acı şekilde tecrübe eden ülkelerden biri de Suriye oldu. Bu dönemde isyanlara önderlik eden isimlerin çoğunlukla Osmanlı ordusunda görev yapmış eski Osmanlı subayları olması dikkat çeker. Bunlardan biri de Hama’da Fransızlara isyan bayrağı açan Fevzi Kavukçu’dur.

Bizden Size

Osmanlı İmparatorluğu’nun gurûb vaktinde tahta oturan Sultan II. Abdülhamid, dünyayı hem yakından takip ediyor hem de dağılmakta olan devleti bir arada tutmanın çarelerini arıyordu. Onun şu sözleri, en uzakları bile yakından takip ettiğinin delilidir: “Bize sulh ve sükûnet nasip olsa… Fakat büyük devletler, geniş teşkilatlı imparatorluğumuzu inşa edecek ne zaman bıraktılar, ne de sükûnet! Bize de hiç olmazsa on senelik bir sulh tanınsa Japonların -Meiji devriminin başlangıcından beri- o kadar methedilen terakkîlerini biz de yapabilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzak olduklarından, bize nazaran bahtiyardırlar, emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz, tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.” Japonya sadece bir terakkî numunesi...

Vakıf Arazileri Misyonerlere Nasıl Satıldı?

Bazı vakıf arazilerinin misyonerlerce satın alınması, vergi ve gümrük kolaylığı, yabancı yayınlardan sansürün kaldırılarak basın-yayın ve eğitim-öğretim özgürlüğünün genişletilmesi, ayrıca iletişim araçlarına ulaşımın önündeki engellerin giderilmesi Sultan II. Abdülhamid döneminin sona ermesiyle birlikte II. Meşrutiyet yönetiminin misyonerlere sağladığı ehliyet ve kolaylıkların başında gelir. Ancak tarih, Sultan II. Abdülhamid’in, yabancılara, özellikle de misyonerlere karşı benimsediği katı tavrında ve tedbirli tutumunda ne kadar haklı olduğunu gösterecektir.

Edebiyatin Ve Tarihin Kesiştiği Sanat: Tarih Düşürmek

Edebiyatı tarihle buluşturan bir sanattır tarih düşürmek. İlk örneklerine 14. asırda rastlanır ve 18. asırda en güzel örneklerini verir. İlk iki asır genellikle Arapça ağırlıklı iken Kanûnî döneminden itibaren tarihler Türkçe düşürülmeye başlanmıştır. Ahmed Cevdet Paşa ilk Türkçe tarihi, Hızır Bey’in Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bir camiye düşürdüğünü haber verir. Bu sanatın en güzel örneklerini ise kitâbelerde görürüz. Selatin camilerden, sultanlar veya vezirler tarafından yaptırılan gösterişli mimari eserlere, köprülerden bir köy çeşmesine, her yerde karşımıza çıkabilir.

Farklı Bir Savunma ve Muhalefet İçin Levhalar ve Görsellik

Cumhuriyet ideolojisi baskıcı modernleşme programını etkili ve yaygın bir tarzda sürdürebilmek için din ile tarih ve geleneği, bunlara dair unsur ve sembolleri aynı kefeye koymuş, aynı hizaya yerleştirerek tasfiye etmek, gücünü zayıflatmak istemişti. Açıktan veya zımni usullerle bu politikalara bir şekilde karşı çıkanlar da bu üç unsuru birbiriyle irtibatlı hale getirmişlerdi. Yakın çevresinde olan insanlar gibi Cemalettin Server Revnakoğlu için de din-tarih-gelenek üçlüsü içiçe ve birbiriyle irtibatlı işleyen bir mekanizmaya sahipti. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde birbirlerinden uzaklaştırılan Türklükle Müslümanlık da öyle.

Aksâ Yangını

Müslümanların ilk kıblesi, Üç Mescid’in üçüncüsü Mescid-i Aksâ, 21 Ağustos 1969 sabahı Avustralyalı Hristiyan Siyonist Denis Michael Rohan tarafından ateşe verilmişti. Kudüs’ün Siyonistlerce işgalinden sadece bir yıl sonra yaşanan yangın, Müslüman dünya için ikinci büyük şoktu. Olayın hemen ardından, Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın çağrısıyla Fas’ta toplanan Müslüman ülke liderleri İslâm Konferansı Örgütü’nü (bugünkü adıyla İslâm İşbirliği Teşkilâtı) kurdu. Aksâ’daki yangın ise 55 yıldır hâlâ devam ediyor.

Şairler İtibar Görmek İçin Neden Acem Taklidi Yaparlardı?

Kuruluş devrinde Osmanlılar, ihtiyaç duydukları bilgi ve tecrübeyi İslâm dünyasının diğer memleketlerinden gelen yetişmiş kişilerle karşılıyorlardı. Tebriz, Semerkand, Şam ve Kahire medreselerinden âlim ve hekimler, Merâğa’dan musikişinaslar, Semerkand’dan nakkaşlar geldiği gibi Acem ülkesinden de şairler Osmanlı mülküne duhûl etmişlerdi. Acem şairlerine gösterilen bu teveccüh, aslen Tokatlı olan Leâlî gibi ikbalperestlerin kendilerini Acem şairi olarak takdim edip saraya kabul edilmelerine de kapı aralamıştı.

Derin Tarih