Çocuklarımızı Zehirleyen Misyoner Okullarını Kapatın

Her yılın Nisan ayında gündeme gelen Ermeni me­selesiyle alakalı tartışmalardan biri de Millet-i Sâ­dıka kavramı etrafında yapılır. Konuyla alakalı fikir beyan edenlerin bazıları, bu tanımın muhayyel bir olguyu tarif etmeye çalışan bir teşebbüse karşılık geldiğini ileri sürerler. Bir mefhum olarak Millet-i Sâdıka ibaresinin hayal ürünü olduğu iddiasında olanlar hem soykırım iddi­asını savunanlar, hem de bu iddiayı kabul etmeyenler ara­sında vardır. Soykırım iddiasını ileri sürenler Millet-i Sâ­dıka tarifiyle Ermenilere yapılanların meşrulaştırıldığını, onlara uygulanan “zulmün” müsebbibinin yine Ermenile­rin kendileri olduğunu ihsas etmek gayesinin güdüldüğü­nü savunurlar. İkinci kısımdakiler ise söz konusu mefhum ile Ermeniler tarafından yapılan ihanetlerin bazı kötü ni­yetli gruplara mal edilerek devlete ve millete reva görülen hainliğin boyutlarının gizlendiğini dillendirirler.

Ermenilere ve Devlet-i Aliyye’ye yönelik farklı bakış açıla­rına yaslanan bu tavırlar, hiç şüphesiz değişik platformlarda tartışılabilir. Bununla birlikte her iki tutumun da yaşanan hadiselerin sonuçlarına atıfla yapılan değerlendirmeler ol­duğunu gözden ırak tutmamak gerekir.

Dolayısıyla, hadiselerin yaşandığı esnada Ermenilerin Millet-i Sâdıka olup olmadıklarının doğru biçimde belirle­nebilmesi için daha belirgin verilere ihtiyaç vardır. Mesela Osmanlı mülkünün farklı bölgelerinde yaşamakta olan sı­radan Ermeni vatandaşların isyanlar karşısındaki tavrı ne olmuştu? Bu tavrın resmî belgelere yansıma biçimi nasıldı? Devlet-i Aliyye’nin Ermeni vatandaşları isyancı soydaşlarıy­la ilgili hangi kanaatleri taşımaktaydılar? Onlarla kendileri arasında bir ortaklık noktası görüyorlar mıydı? Bu gibi soru­lara cevap verebilmek için daha “lokal” ve doğrudan verilere ihtiyaç var. Nitekim bu yazıda meseleye Harput Ermenileri tarafından kaleme alınarak resmî makamlara gönderilmiş olan bir mektup üzerinden temas edilecektir.

Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında… 

Benzer konular