6. sayımızda Suriye konusunu işlemiştik.
Beşşar Esed sivil hayata ve doktorluğa özenmesine rağmen kader ağlarını örmüş, zoraki olarak babasının yolundan gitmiş ve kariyerini bu yönde ilerletmişti. 1988 yılında Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Beşşar Esed, göz hastalıkları alanında çalışmalar yapmış; 1992 yılında bu sahada eğitimine devam etmek için İngiltere’ye gitmişti. Çok geçmeden 1994 yılında kardeşi Basil Esed’in Şam Havaalanı yolunda bir trafik kazasında ölmesi üzerine Suriye’ye geri çağrılıp babası Hafız Esed’in halefi olarak özenle yetiştirildi. Babasının ölümüyle birlikte, geçici Cumhurbaşkanı Abdülhalim Haddam tarafından 11 Haziran 2006’da silahlı kuvvetlerin başına getirildi. Böylece hızlandırılmış bir eğitimle askerî kariyerini tamamlamış oldu. Sıra başkan olmaya gelmişti.
11 Eylül 1965 doğumlu Beşşar Esed, babasının ölümünden sonra parlamentonun toplanarak cumhurbaşkanlığı için gerekli olan 40 yaş sınırını, 34 yaş sınırına çekmesiyle 2000 yılında Suriye Cumhurbaşkanı olmuştu. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright da bu ilk cumhuriyetçi kralınSuriye’nin başına getirilmesinde hiçbir beis görmemişti.
Esed’in dış politika sınavı
Suriye-İsrail ilişkilerini babasının çizgisinde sürdüren Beşşar Esed, İsrail ve ABD aleyhtarı söylemleriyle dikkatleri üzerine çekmiş, diğer Arap ülkelerinden farklı bir tavır ortaya koymuştu. Irak işgali sonrası, ABD-Suriye ilişkileri giderek gerilmiş; Suriye, ABD tarafından teröre destek vermekle suçlanmış ve Suriye’yi yalnızlaştırma politikası izlenmişti.
Esed’in iktidara geldikten sonra karşılaştığı ilk büyük sıkıntılardan biri, 2001 yılında Şam Baharı olmuştu. Başta reform taleplerini yüreklendirmiş olsa da akabinde reformcuların elebaşlarını cezalandırarak reform umutlarını söndürmüştü. En büyük problemi ise 2003 yılında küçük Bush’un kalkıştığı Irak işgalinin ardından geleneksel Suriye-ABD ilişkilerinin bozulmasıyla yaşamıştı. Lakin o badireyi de Türkiye gibi ülkelerin sayesinde üzerinden savuşturabilmişti. Bununla birlikte, Şam’ın ABD ile ilişkilerinin mahiyeti ve özü görünürde muhalefet olsa da el altından pazarlık ve gizlice bölgedeki Amerikan ve İsrail çıkarlarını gözetmek şeklindeydi. Beşşar Esed, 2003 yılında Irak’ın işgaliyle birlikte kendisine yönelik bir hayatî tehlike sezmeseydi Amerikalıları kızdırmaktan özenle kaçınırdı.
Suriye’nin görünmez yaratıkları: Şebbiha
2011 yılında patlak veren Arap Baharı’yla birlikte halklar yeni bir olgu ile karşılaşırlar. Bu, rejimlerin yasadışı eylemleri için besleyip büyüttükleri ve akabinde kullandıkları paramiliter güçler veya milislerdi. Sudan’da Cancavitler ile Suriye’deki Şebbiha aynı anlama gelmektedir: ‘Görünmez yaratıklar’. Sırpların Çetnikler veya Arkan gibi çetelerine mukabil Arap Baharı’yla birlikte her Arap devletinde bu tarz derin devletle bağlantılı kolluk güçleri ortaya çıkmıştı. Arap Baharı, rejimlerin gizlenen bu çirkin yüzünü ortaya sermiş oldu.
Şebbiha güçleri, Arap Birliği’nin gözetim veya sponsorluğunda Lübnan’a giren Baba Esed’in burayı mesken edinmek ve bir korku düzeni kurmak amacıyla bu ihtiyacı karşılamak üzere 1975 yılında kuruldu. Şebbiha’nın veya modern fedailerin tohumlarını atan Esed ailesinden Malik Esed oldu. Şebbiha, kanunun uzanamadığı ve devletin ulaşamadığı haydutlar anlamına da geliyor. Baba Esed onlardan güç aldı, onlar da keselerini doldurdu. Şebbiha’nın en önemli özelliklerinden biri ise Lübnan’ı kaçakçılık üssü yaparak her türlü gayri meşru faaliyet alanı olarak kullanmaktı.
Bu nedenle, Lübnanlılar genel olarak Suriye rejiminin ülkelerindeki faaliyetlerinden nefret ediyordu. Bir zamanlar PKK üssünün de bulunduğu Bekaa Vadisi gibi Anjar da Suriye’nin muhaberat veya Şebbiha üssüydü. İlginçtir, PKK’lı ayrılıkçılar Bekaa üzerinden Türkiye’de yapacakları eylemlere yönelik ideolojik ve askerî eğitim alırken Anjar’da da Ermeniler Suriye muhaberatının veya Şebbiha’sının koruması altında yaşıyor ve kimse onlara dokunamıyordu. Esasen bir Ermeni beldesi olan Anjar, 1982 ile 2005 yılları arasında Suriye’nin bütün karanlık işlerinin çevrildiği bir Ermeni-Nuseyri cumhuriyeti haline gelmiştir. Ermeniler Suriye rejimi sayesinde Lübnan iç savaşından yara bere almadan ucuz kurtulmuştu.
Şebbiha unsurları ‘fizikleri güçlü, zekâları kıt kimseler’ olarak nitelendirilmektedir. Nemir Esed’in yeniden organize ettiği Şebbiha güçleri, Beşşar Esed’in talimatları doğrultusunda idare edilmekte. Beşşar Esed’in altında bu grubu yönetenler ise Fevaz ve Münzir Esed. Hilal, Harun, Emir ve Ali Esed’ler de Şebbiha düzeninin emir komuta zincirinin önemli halkaları arasında yer alıyor.
Dağların şeyhi: Muhammed Esed
İran’da Hasan Sabbah ve fedailerinin üs kurmuş olduğu Alamut Kalesi benzeri mekânlar Suriye’de de var. İsmailî veya Fatımîlerin çıkış noktası Hama-Humus yakınlarındaki tarihî Selamiye kasabasıdır. Onların müttefiki olan Nizarilere ait tarihî kalelerin bulunduğu Misyaf ve en önemlisi de Lazkiye bölgesinde yer alan Nusayri Dağları (Ensar Dağları) günümüzde Nusayri ve diğer batınî azınlıkların aktif olarak yaşadıkları bölgeler arasında.
Sayıları 9-10 bin civarında olduğu tahmin edilen Şebbiha güçlerinin yoğunlaştığı bölgeler de yine buraları.
Hasan Sabbah’ın lakabı Şeyhü’l-Cebel, yani Dağların Şeyhi idi. Günümüzde de Şebbiha güçlerinin başı veya başları aynı lakapla anılmakta. Esed ailesinden Muhammed Esed, Şeyhü’l- Cebel olarak tanınmıştı. Bugün ismen Hasan Sabbah’ın yerinde olan Muhammed Esed, Hasan Sabbah gibi fedaileriyle anılıyor.
Suriye tarzı ‘takrir-i sükûn’
Suriye rejimi 1982 ve sonrasında yaptığı gibi halkı şiddetle bastırmaya çalışıyor. O dönemde Rıfat Esed, ‘Saraya ed-Difaa’ adı altındaki askerî birlikleriyle Hama’yı adeta yerle bir etmiş, haritadan silmişti. Burada ibret-i âlem için ders alınacak bir holokost/pogrom gerçekleştirilmişti. Beşşar Esed de Suriye’yi taksit taksit Hama haline getiriyor.
Rejimin bu hususta tek bildiği yol, galiba Türkiye’de bir zamanlar uygulanan takrir-i sükûn modeli. Suriye rejimi buna ‘tehdie’ diyor. Baştan beri Beşşar Esed ve rejimin ileri gelen isimleri kâh ikna ile, kâh şiddet yoluyla sükûneti sağlamaya çalışıyor. Bunun için özellikle de din adamları ve meslek erbabını devreye sokmak istiyor. Bunlar arasında Humuslu Şeyh Enes Suveyd ve Deralı Ahmed Sayasine gibi isimler var. Beşşar Esed, Şeyh Enes’e ve benzerlerine, gösteriler durmadıkça ve sükûnet oluşmadıkça şiddetin dinmeyeceğini söylüyor.
Beşşar reformcu olarak tanınmasına rağmen ilk günden beri reforma hiç inanmamıştı. Zira Arap Baharı ülkelerinde reform olamayacağını söylemiş ve gerekçe olarak da halkın baskısı altında gerçekleşecek bir reform anlayışının zoraki veya dayatma olacağını ve bunun yürümeyeceğini ileri sürmüştü. Dolayısıyla inanmadığı bir şeyi yapmaya zorlandığını itiraf etmişti. Bu da rejimle halk arasında asıl tıkanma nedenini oluşturmuştu. Bu, halka mağrur olarak bakmak ve taleplerini hiçe saymaktır.
Netice itibarıyla Beşşar Esed’in babasının yolundan zerre kadar ayrılmadığı ortada.
Bu yazı dergimizin Suriye konulu Ağustos 2012 sayısından alınmıştır.