Kadeş Rezaleti Hiç Unutulur Mu?

Aziz Çanakkale’mize bunu da yaptılar

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları 1923’te bu ülkeyi yoktan var ettikleri iddiasındaydılar. Bu yüzden Türkiye’yi yeni doğmuş bir çocuk gibi kendi elleriyle büyütmek istemişler, muhalif partileri saf dışı ederek Halk Partisi’nin kanatları altında serpilmesi için çabalamışlardı. Yeni ülkenin elbette yeni bir tarihi olacaktı; geçmişi kurcalamak beyhudeydi. Deyim yerindeyse 1923 öncesine değer verilmiyordu. Çanakkale’deki meçhul kahramanlarımızın unutulması ve yalnızlığa terk edilmesi de “Osmanlı kalıntısı” oldukları saplantısından ileri geliyordu. Onlar da paylarına almıştı.

Tek Parti devrinde Çanakkale, Mustafa Kemal’in Anafartalar kahramanlığı sayesinde bir parça zihinlere nüfuz edebildi ama genellikle resmî toplantılarla veya lüks vapurlara binilip şehitlere uzaktan selam yollamak ve nutuk atmakla geçiştirildi.

Çanakkale şehitleri devlet tarafından “resmen” unutturulmuştu. Bu devran böyle gidemezdi, gitmedi de! Nitekim 1933 yılına gelindiğinde bir avuç genç tarafından ilk ciddi Çanakkale eylemi başlatıldı. Yaklaşık 10 kişi olan gençler arasında Nihal Atsız, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar ve Tevfik İleri gibi isimler vardı. 9 gün boyunca savaş alanını araştırmış, köylülerden şehit mezarlarının yerlerini öğrenmişlerdi.

Böylelikle Çanakkale şehitleri için ilk adım 1933 Mart’ında atılmıştı. Ertesi yıl 100 kişi oldular, sonra binler, on binler… İster inanın, ister inanmayın, zamanın CHP Genel Sekreteri (sonradan Başbakan da oldu) Recep Peker, gençlerin aralarında para toplayarak bir Çanakkale anıtı yapma girişimlerini öğrenince bu işin sonu kötü olur tehdidinde bulunmaktan geri durmamıştı.

Bu arada 27 Mayıs darbesi olur. 1962’nin Mart’ına gelindiğinde İstanbul’dan Çanakkale’ye gitmek üzere Kadeş adlı bir gemi ayarlanacaktır. Lakin Çanakkale şehitlerini anmak için yola düzülen bu gemide yaşanacak feci olayların ‘Kadeş Rezaleti’ diye nam salacağını kim bilebilirdi ki?

Menderes ve arkadaşlarının asılmasının üzerinden 6 ay geçmiş. 17 Mart’ı 18 Mart’a bağlayan gece… Gemi yolcularını almak üzere rıhtıma yanaşmış. Seyahatin ilk talihsizliği, Kadeş adlı vapurun Cumartesi günü rıhtıma bir saat gecikerek 17.00’de gelmesi oldu. Çeşitli gençlik teşekküllerine dağıtılan 800 davetiyeye karşılık bu bir saatlik gecikme, rıhtımda 1.500 kişinin toplanmasına sebep olacaktı.

Gemi nereden ve nasıl geldikleri bilinmeyen ve arka küpeşteye yanaşan kamyonlardan atlayan 500 kadar kişinin işgaline uğramıştı. Hür Vatan gazetesinden öğrendiğimize göre davetiyesi olmayanlar, kamara kapmak için gemiyi savaş meydanına çevirmiş ve ellerinde davetiye bulunan büyük bir grubun yerlerini kapmışlardı. Karanlığın bastırmasıyla beraber gemi, sarhoşların yatağı olmuş, seyahati bir macera gezisi sanan kızlı erkekli topluluğun hareketleri işleri çığırından çıkarmıştı. Netice itibariyle bu, gençler ve talebelerden oluşan bir gemiydi, orta yaşta yolcu yok denecek kadar azdı.

Akis dergisinin 2 Nisan 1962 tarihli sayısında olay bütün çıplaklığıyla yazılır. Kadeş’in kamaraları, salonları, koridorları, hatta tuvalet aralıkları davetiyeli davetiyesiz yolcularla dolmuş vaziyettedir. Üniversiteliler arasında “Mercury 1”, “Mercury 2”, “Mercury 3” takma adlarıyla tanınan üç genç kız ve etraflarındaki 25 kişilik erkek grubu Kadeş’in salonlarında kendilerine yer bulabilmişlerdi. O sırada tesadüfen Tophane rıhtımından geçen 40’larını aşkın, aşırı boyalı iki hanımla Soğuksu’da yemişçilik yapan Refik adında bir genç ve niceleri Kadeş’e dahil olmuştu.

“Bizi evlendir kaptan!”

Kadeş hareket ettikten pek az bir süre sonra üniversiteliler eğlencelerine başladılar ama bir grup birdenbire topluluğa hakim oluverdi. Gemiye kasa kasa doldurulan içki şişeleri açıldı, sazlar ve akordeonlar ortaya çıktı, kısa sürede geminin salonları gece kulübü halini aldı.

Akis’in aynı haberine göre kalabalıkla birlikte gemiye evden kaçarak binen N. K. adında, rüştünü henüz ispat etmiş bir kız da girmişti. 15 gün önce evinden kaçmıştı. Eğlencenin baş dansçısı olan kız önce yeni tanıştığı gençlere kendisini Ursula diye tanıttı. Sonra herşeyi bir tarafa bırakıp şarkı söylemeye, bağırıp çağırmaya, nihayet soyunmaya kalktı.

Kamaralardan kahkahalara karışan çığlıklar yükseliyordu. Kamara bulamayan çiftler ise öbek öbek, merdiven altlarında utanç âlemlerine dalıyorlardı. 25 Mart 1962 tarihli Cumhuriyet şunları yazmaktaydı:

“Gecenin 2’sinde saygı ve ahlak yoksunu sarhoşlar kafilesinin azgınlıkları daha aleni bir şekle getirilmişti. Vakarlı yolculara sataşmaya, kızların çamaşırlarını çıkartıp soymaya başlanıldı.”

Gemi büfesinin kapandığını gören gençler zorla büfeyi açtırıp içki dağıttılar. 20 yaşlarında bir kız, “Mahvoldum” diye çığlık çığlığa bağırıyor ve kendisini mahveden adamın bulunmasını istiyordu. Kaptana “Bizi evlendir” diye müracaat eden sarhoş çiftler de eksik değildi. İçkiyi testilere boşaltıp içen bir grup, tayfa koğuşunu alkol fabrikası haline getirmişti. Bir grup öğrenci ise kızlı erkekli poker oynarken olup bitenlere ilgisiz görünüyordu.

Bir genç kız ayakta durmak için bütün gayretini sarf ederek “Kaptan, ne olur bırak da kamaranın önünde striptiz yapayım” diyordu. Kaptan mı? Gemisindeki skandallar zincirinin son halkasını çatık kaşla süzüyor, personele kızı alıp uzaklaştırmaları için işaret ediyordu. Gemideki rezillikler Yeşilay Gençlik Şubesi Başkanı Ergin Bilgisel ve arkadaşları gibi ar namus sahiplerini üzmüştü. Rahatsızlıklarını bildirmek istedilerse de, kaptana dertlerini anlatmayı başaramadılar. Ancak ikinci kaptanla konuşabildiler.

Nice maceranın ardından Çanakkale’ye varan Kadeş vapuru, gürültüden uykusuz kalıp bitap düşmüş bir yığın genci iskeleye bıraktı. İnceden yağan bir yağmurla birlikte organizasyonsuzluk neticesinde törene sadece 150 kadar genç katılabilmişti.

Dönüşteki durumsa daha vahimdi. Aynı sahneler tekrarlandı, hatta azgınlığın derecesi daha da arttı. Bazıları vapuru terk etmişlerdi. Kalanlar Çanakkale’den testi almış, içine şarap doldurarak yeni heyecanlara yelken açmışlardı. Başta N. K. olmak üzere vapurdaki birçok kız ortalığı iyice karıştırdı.

Anlayacağınız dönüş yolunda da gemiye tam bir rezalet havası hakimdi.

Rezalete hücum! Çanakkale şehitlerini ziyarete gitmek üzere yola çıkacak olan Kadeş gemisi ve oradaki aziz şehitlere saygı göstereceklerini sandığımız gençlerin gemiye hücum anından bir kare…

Vali suçluları teşhis etti

Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) Genel Başkanı Kemal Kumkumoğlu, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) Genel Başkanı Faruk Narin ve Maçka Teknik Okulu Talebe Birliği Kongre Başkanı Vehbi Dinçerler (Özal döneminin ünlü bakanı) Kadeş’te yaşananları belli ölçülerde kabul ettilerse de, kurumlarını kabahatli göstermekten özenle kaçınmışlardır. Yaşananlar ile söylenenler arasında dağlar kadar fark vardı. Açıklamaların kabahati örtmek veya üzerlerine kalmasını engellemek amacını güttüğü aşikârdı.

İstanbul Valisi Niyazi Akı Kadeş’te yaşananları şu sözlerle açıklamıştı: “Çanakkale’ye giden gemi içerisindeki hâdiselerin vukuu üzücüdür. Bunlar hakkında tedbir alınması lâzım gelirse, bu tedbiri almak her sene olduğu gibi bu sene de bizden dâvetiye alarak tevzi eden talebe teşekküllerine aittir.”

Vali, gemiye davetiyesiz bindiği iddia edilenler hakkında ne Emniyete, ne de vilâyete başvurulmadığını açıklamıştı.

Yapılan tahkikata göre “Kadeş olaylarının sorumluluğunu Vilâyetle gemi kaptanına yüklemek isteyen ve haddi zatında kendi teşekküllerini temsilen gidecek öğrencilere davetiyelerin yüzde 90’ının dağıtımını yapan TMTF ve MTTB yöneticilerinin gerekli hassasiyeti göstermedikleri ve en az diğer müesseseler kadar sorumlu oldukları anlaşılmaktadır”.

Olay gazeteler vasıtasıyla halka ulaşınca kızılca kıyamet koptu. Akis dergisi Kadeş’in kaptanı Hüseyin Yörüksoy’un sözlerini şöyle aktarıyordu: “Hayatında (50 yaşındadır) böyle rezalete rastlamadığını ifade etti. Rezalet öylesineydi ki, müdahale etmek gücünü kendinde bulamamıştı.”

Savcılık Kadeş’te yaşanan çirkin olaylarla ilgili soruşturmayı, tanıkların çokluğu yüzünden sonuçlandıramadı. Tahkikatın sonuçlanması için savcılıkça daha önceden isim ve kimlikleri tespit edilen 70 tanıktan, 28 Mart’a kadar ancak 36 kişinin ifadesi alınabilmişti.

1933’te gerçekleştirilen ilk Çanakkale eyleminde hazır bulunan bir avuç genç şehre gittiklerinde mezarsız şehitleri görünce kemiklerin üzerine bir yazı yazarak üzüntülerini dile getirmişlerdi. Yaşananlarla şehitler hem mezarsız, hem duasız kalmış oluyor, kemikleri sızlıyordu muhakkak.

Asım’ın Nesli nerede?

TBMM 27 Mart günü saat 15’te Sırrı Atalay’ın başkanlığında toplandı. Oturumun açılmasından sonra gündem dışı söz isteyenlere söz verildi. Adalet Partili Hüsnü Dikeçligil, Kıbrıs hâdiseleri ne kadar lanetlenmeye muhtaç ise Kadeş hadiselerini yapanların da aynı derecede olduğunu söyledi ve Kadeş vapurunda Türklüğe yakışmayacak hâdiseler yaşandığını, gençliğin hasta olduğunu ve bu vapurda Çanakkale törenlerine katılmak üzere giden gençlerin vapurun bayrak direğine kadın iç çamaşırı çekecek kadar ileri gittiklerini söyledi. Kısa bir atışmanın ardından sözlerine devam eden Dikeçligil, Türkiye’de bir eğitim buhranı ve bütün memlekette bir ruh buhranı olduğunu sözlerine ekledi.

Antalya Milletvekili İhsan Ataöv meselenin yalnız üniversite gençliğini değil, Türkiye’nin dört bir yanındaki gençliği de ilgilendirdiğinden bahsetmişti:

“Sevgili arkadaşlarım, olay bir mesire yerine giderken cereyan etmiş olsaydı belki üzerinde bu kadar durmak iktiza etmezdi. Fakat olay 18 Mart şehitlerinin ruhlarını taziz etmek [aziz kılmak] için yapılan bir merasimde vuku bulduğu için üzerinde durmak ve eğilmek gerekir. Ben bu olayı ele alırken yalnız üniversite gençliği üzerinde durmayacağım. Üniversite gençliğinin büyük camiasını böyle olaylardan tenzih ederek, memlekette umumi olarak ahlâk buhranının yavaş yavaş yayıldığı genç nesil üzerinde duracağım.

O, 18 Mart’ın vuku bulduğu diyarlarda, her zaman gelip geçen ecnebi gemilerinin içinde bulunan insanlar dahi, ‘18 Mart’ yazılı sırtları seyrederken içlerinde bir ürperti, galip olanlar gurur, mağlup olanlar hüzün duyarlar.

18 Mart Çanakkale şehitleri için bir abide yapmaya bizim kudret ve gücümüzün yetmediği günlerde, millî hisleri büyük bir heyecanla dile getiren Mehmet Akif ‘Çanakkale Şehitlerine’ diye bir şiir abidesi yazmıştı. Türk milletinin maddi kudretsizliğinden yerine getiremediği Çanakkale’de bir Meçhul Asker Âbidesini, kendi heyecanı ile Türk milletini temsil edercesine şiirinde gerçekleştirmiş ve Çanakkale şehitlerinin ruhlarına armağan etmiştik.”

Ataöv, hükümetin Kadeş hadisesi hakkında herhangi bir suçlu olmadığını beyan etmesi üzerine tekrar söz istedi ve yaşananlardan ders almayınca başa neler geleceğini şöyle açıkladı:

“Sevgili arkadaşlarım, Kadeş hadiselerinin hükümet ağzı ile kanunsuz olmadığı ifade edildikten sonra lise talebesi ada vapurunun altında şarap içip dans etmiştir.

Bu olayların Cumhuriyet Savcılığınca suçsuzluğu tescil edilmesinden sonra Ankara’daki ‘Milk Bar’a hücum eden gençlerimiz bazı teşebbüslerle neticeler almaya çalışmışlardır. Bunların Kadeş olayı ile ilgisi olmaz mı?”

O yıllarda Kadeş hadisesi mizah dergilerine de malzeme olmuştu. Akbaba bir başyazı neşretmiş, “Sarhoş Gemi” başlıklı bir de şiir yayınlamıştı. Bir kıtasını paylaşıyoruz:

“Çekin;… karantinaya çekin hemen Kadeş’i.
Böyle bir genel evin dünyada yoktur eşi,

Kızoğlan kız gebeler, vesikasız kokotlar”

Böylece Kadeş hadisesi edebiyat tarihimize acı bir sayfa olarak eklenmiş oldu.

Şehitlere yapılan ikinci saygısızlık Kadeş gemisinde zorla alıkonulduğu iddiasıyla savcılığa müracaat eden bir kız (üstte solda), kendisini alıkoyduğunu ileri sürdüğü kişi (ortada) ve ifadelerine müracaat edilen iki genç kız…

Kur’an’a hakaret gibi

Cahit Tanyol 30 Mart 1962’de Cumhuriyet’teki yazısında “Bir mü’min için Kur’an’a hakaret ne ise, bizim için de olay ondan başka bir şey değildir” dedikten sonra tarihten örnekler vererek düşüncelerini anlatmıştır.

Olayların seyrini sıkı sıkıya takip eden yazar Cevat Fehmi Başkut ise Kadeş rezaletini şu nokta atışıyla özetliyordu: “Tek cümle ile hükmümüzü verebiliriz: Gençliğimiz iyi yolda değildir. Bütün dünya gençliği aynı halde, denecek… Evet ama bizimkiler biraz daha başka… Daha aşırı… Daha ileride…”

Tüm olanlardan sonra 29 Mart 1962’de MTTB Başkanı Faruk Narin başkanlığında 26 kişilik bir üniversiteli kafilesi Çanakkale’ye gelerek Atatürk anıtına iki çelenk, Barbaros’taki Hasan Mevsuf Şehitliği’ni ziyaret ederek beş buket koyar. Ardından vilayete gelen gençler, vali yardımcısını makamında ziyaret ederek, “Üniversiteli olarak şehitlerden özür dilemeğe geldik. Hâdiseden son derece üzgünüz. Basın da bizlere çok yükleniyor” diyerek günah çıkaracaklardı.

Öğleden sonra Çanakkale’ye gelen Basın-Yayın ve Turizm Bakanı Kâmuran Evliyaoğlu Çanakkale Şehitler abidesine giderek çelenk koymuş ve şunları söylemiştir:

“Milli şuurunun daima yüksek olduğuna inandığım Türk gençliğinin, Kadeş vapurunda birtakım nahoş hâdiselere sebebiyet veren bir kısım gençlerin bu hareketlerini asla tasvip etmeyeceklerine inanıyorum. Ben de dâhil olmak üzere bu hâdiseye üzülmemek elbette elde değildir.”

Aradan üç gün geçtikten sonra Çanakkale şehitlerini anmak üzere bu sefer gençler organize oldular. İTÜ,Yıldız ve Maçka Teknik Okulları öğrencilerinden oluşan 200 kişilik bir grup, 1 Nisan 1962’de saat 6:30’da beş otobüsle Çanakkale’ye gelerek Kadeş’te yaşananları lanetleyeceklerdi.

Çanakkale Şehitler Âbidesi’nde bir konuşma yapan Teknik Üniversite Talebe Birliği Başkanı Kemal Özelçi, “Biz burada Kadeş olayları için aziz şehitlerimizden özür dilemeye gelmedik. Hakiki Türk gençliğinin bir parçası olarak tel’in etmeye geldik” diyordu. Özelçi başkanlığında gerçekleşen bu ziyareti ilk Çanakkale şehitlerini anma ziyareti olarak değerlendirebiliriz.

Yine de şu yakıcı soru saplanıyor zihnimize:

“Kadeş rezaletinden sonra hâlâ ‘Çanakkale geçilmez’ diyebilir miyiz?” Kadeş’te bu rezalete imza atanlar kimlerdi? Türk oldukları malum ise bu ne demek oluyor?

Çanakkale madde planında geçilememiş olabilir ama ruhî planda Kadeş’le düşmana nispet edercesine şahsiyetsiz bir şekilde geçilmiştir. Çanakkale geçilmiştir, hem de destanlara imza atan şehre bir şenaat gemisi yollayacak kadar.

Necip Fazıl’ın kaleminden Kadeş

Kadeş’te yaşananlar yazarların dikkatinden kaçmamıştı. Necip Fazıl da Kadeş olayları hakkında Son Posta gazetesinde “Zina Kooperatifi” başlıklı bir yazı kaleme almış ve ardından yolu yine mahkemeye düştü. 27 Haziran 1962’de Toplu Basın Mahkemesi’nde yargılanan Kısakürek, üç kilo ağırlığında resim ve yazıları kapsayan iki dosyayı mahkeme başkanına verdi. Bir saat devam eden duruşması sırasında genel olarak ahlâk dersi veren müdafaasındaki şu sözleri dikkat çekicidir:

“Bu basit ve münferit hâdise değil, sosyal bir faciadır. Kendisine gençlik süsü verilen bir zümrenin iç yüzünü ortaya dökmesidir.”

Benzer konular