Bu Topraklar Göçle Yeni Tanışmadı

On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı Devleti için askerî, idarî, içtimai ve ekonomik problemlerin had safhaya ulaştığı bir dönem olmuş; iktisadî darboğazın yanı sıra kaybedilen savaşlara bağlı olarak elden çıkan topraklar ve milliyetçi akımların sebep olduğu parçalanmalar gibi çetin sorunlar baş göstermişti. Devletin belini doğrultmaya fırsat bulamadan girmek zorunda kaldığı savaşlardan mağlubiyetle dönmesi sadece toprak kaybına yol açmamış, o topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman ahalinin Osmanlı’ya sığınmasına kapı aralamıştı. Osmanlı varlığının Balkanlar’da, Ege ve Akdeniz adalarında, Kafkasya’da ve Kırım’da sona ermesine paralel olarak göç akınları dalga dalga artmaya devam edecekti.

Osmanlı Devleti göç hareketleriyle ilk defa 19. yüzyılda karşılaşmış değildi. 2. Viyana kuşatması (1683) başarısızlıkla neticelenirken; Avusturya, Lehistan, Venedik ve Rusya’nın oluşturduğu müttefik kuvvetlerle farklı cephelerde yıllarca devam edecek savaşlara da sebebiyet vermişti. Bunları nihayete erdiren Karlofça Antlaşması (1699), büyük topraklar kaybeden Osmanlı için bir kırılmayı temsil ediyordu. Devletin vaktiyle “şenlendirme” politikası kapsamında bu topraklara yerleştirdiği insanlar işgalci kuvvetler tarafından zulme maruz kaldılar ve asırlardır kök saldıkları topraklara veda etmek zorunda bırakıldılar.

Daha eskiye tarihlenen göç hareketleri de mevcuttu. Kastilya Kraliçesi Izabella ile Aragon Kralı II. Fernando’nun evlenmesi (1469) neticesinde ivme kazanan Reconquista hareketiyle yurtlarından edilen Yahudiler soluğu Osmanlı topraklarında almışlardı. Örnekler çoğaltılabilir, Osmanlı coğrafyasına sığınan farklı millî ve dinî unsurlardan misaller verilebilir.

Bu göç hareketlerinin hiçbiri devletin tedbir almasını gerektirecek ölçüde bir yoğunluk kesbetmemiş, nüfusu kaldırabilme noktasında bir sıkıntı yaşanmamıştı.  Asıl problem 19. yüzyılda kendisini gösterdi ve öncesinde küçük gruplarla sınırlı olan göçler kitlesel bir karakter kazandı. İlk muhacir iskân komisyonunun bu dönemde kurulması tesadüf değildir. 1783 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı büyük göç hareketlerini başlattı. Rusların asimile ve şiddet politikası o topraklarda yaşayan halklara kaçmaktan başka bir seçenek bırakmamıştı. Bu durum sadece Müslümanlar için geçerli değildi. Rus zulmünden kaçan pek çok Ortodoks da Osmanlı coğrafyasına sığınmıştı. Küçük Kaynarca Antlaşması’yla (1774) Kırım’ın Osmanlı Devleti’ne bağlılığına son verilip müstakil bir hanlık haline getirilmesi Rusya’nın burayı ilhakı doğrultusundaki planlarından sadece biriydi. Bugün Kırım’da hak iddia ederken burasının öteden beri Rus toprağı olduğu yönünde propaganda yapıyor lakin bunun tarihî bir dayanağı yok. İlhaktan sonra, hatta daha öncesinde bölgeye getirilen Rus nüfusla Kırım topraklarının demografik yapısı değiştirilmeye başlanmıştı. Yerlerinden edilen insanlar da kaçınılmaz olarak Osmanlı’ya sığınmışlardı.

Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…

Benzer konular