Akdeniz kıyısındaki en güzel Osmanlı şehirlerinden Yâfâ’nın hemen kuzeyinde, sahile yakın bir kum tepesinin yanında 11 Nisan 1909 günü toplanan 66 Yahudi aile, kuracakları yeni mahallede kimin nereye yerleşeceğini belirlemek için kendi aralarında kura çekiyordu. Siyonist mimar ve şehir plancısı Akiva Arye Weiss tarafından hazırlanan çekilişte, 66 gri deniz kabuğuna toprak parçalarının ve parsellerin numarası yazılmıştı. Deniz kabukları büyük bir torbaya konulup karıştırıldı, her aileden temsilciler gelip birer tane seçtiler. Bu, herkesi tatmin eden bir paylaşım olmuştu. Çekiliş tamamlandıktan sonra, herkes kendisine düşen noktaya yerleşerek evini yapmaya koyuldu. İnşaat faaliyetleri de tamamen A. A. Weiss’ın belirlediği plan çerçevesinde ilerliyordu. Evlerin birbirine uzaklığından yolların genişliğine, bütün ayrıntılar Weiss’ın elinden çıkmıştı.
Henüz Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin’in hâkimi olduğu, ufukta herhangi bir savaşın görünmediği, İsrail diye bir devletin esamisinin bile okunmadığı bu tarihte kurulan mahalleye “Ahuzat Bayit” (Kooperatif evleri, çiftlik, geniş mahalle) adı verildi. Kısa sürede büyüyerek dev bir şehre dönüşecek olan bölgeye, zamanla “Tel Aviv” denecekti, yani: Bahar Tepesi. Kuruluşundan 39 yıl sonra da Tel Aviv, İsrail’in başkenti ilân edilecekti.
“Ahuzat Bayit”, aynı zamanda, kibbutz1 ve köylerden oluşan “yişuv”2 bünyesindeki ikinci büyük organize şehri oluşturacaktı. 1882’de kurulan Rişon Le Tsiyon3, ismiyle müsemmâ ilk adımdı. 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan Birinci Siyonist Kongre’den çok önce, Filistin’in fiilen işgali başlamıştı.
İmparatorluk coğrafyasının içinden ve dışından 20 bin kadar Yahudi’nin Filistin topraklarına göç ettiği “İkinci Aliyah”ın4 (1904-1914) tam ortasında kurulan Tel Aviv, Siyonizm’in bölgeyle ilgili hedeflerinin ne kadar ciddi ve planlı olduğunun da bir göstergesiydi. Her şey adım adım ilerlemişti. Ve görünüşe bakılırsa, bunun sonrası da olacaktı…
Tel Aviv’in temellerinin atılmasından yalnızca iki hafta sonra, 27 Nisan 1909’da, Sultan II. Abdülhamid tahttan indirildi. 33 yıllık uzun saltanatı boyunca, Yahudilerin Filistin’i işgalini engellemek için her türlü tedbiri alan Sultan, iktidarının son demlerinde artık eski gücünü muhafaza edememiş, Tel Aviv’in kuruluşu gerçekleşmişti. Meseleye Siyonistler açısından bakıldığında ise görünen manzara şuydu: “İstanbul’daki son ve en büyük engel” böylece devreden çıkarılınca, ileride kurulacak olan devletin başkenti tesis edilmişti. İşgal süreci de, Abdülhamid’in devreden çıkarılmasından sonra baş döndürücü bir hız kazanacaktı.
Birinci Siyonist Kongre’den yüzyıllar önce
Ebû Ubeyde bin Cerrâh komutasındaki İslâm ordusu, 637-638 kışında Kudüs’ü kuşattığında, şehri Bizans İmparatorluğu adına yöneten Patrik Sophronius, sıcak iklimlere alışkın olan Müslümanların çetin kış şartlarına dayanamayacağını ve geri çekilmek durumunda kalacağını hesaplamıştı. Ne var ki tahmininde yanıldı; bahar güneşi Filistin’i ısıtırken, surların dışında aylardır sebatla beklemeyi sürdüren Müslümanlara kapıları açmaktan başka çaresi kalmadı. Ancak yenilgiyi kabulü mümkün olduğunca geciktirmek için son kozunu masaya sürdü: Kudüs’ü, bizzat Halife Ömer’e teslim etmek.
Davete icabet eden ve iki haftalık bir yolculuğun sonunda şehre ulaşan Hz. Ömer (ra), Patrik ve maiyeti tarafından Kudüs surlarının batı yönündeki çıkışı olan -bugünkü- El Halîl Kapısı’nda karşılandı. Mü’minlerin Emiri’ne saygı ve hürmette kusur etmeyen Patrik, heyete Kudüs’ü bizzat rehberlik ederek gezdirip tanıttı. Hıristiyan inancında Hz. İsa’nın çarmıha gerilip yıkanarak defnedildiğine inanılan tepeye inşa edildiği için “en kutsal mekân” kabul edilen Kıyâme Kilisesi de ziyaret edildikten sonra, Hz. Ömer’le Patrik arasında bir anlaşma imzalandı. “Ömer Ahidnâmesi” olarak tarihe geçen bu belgede, bütün İslâm fetihlerinde görüldüğü çerçevede gayrimüslimlere kendi dinlerini rahatça yaşama özgürlüğünün tanındığı maddeler vardı. Ancak konuyla ilgisiz bir madde, bizzat Patrik’in ricasıyla metne eklendi: “Kudüs’e, hâlihazırda mevcut küçük Yahudi cemaatin dışında, Yahudilerin iskânına müsaade edilmeyecektir.”
Bu küçük ama önemli ayrıntının işaret ettiği hakikat şuydu: 638 yılında bile Kudüs Yahudiler için bir tür “kızılelma”ydı. Ve şehri hedef haline getirme yönündeki sürekli çabaları, İslâm tarihinin ilk yıllarında bile Hıristiyanları rahatsız edecek boyuttaydı. Birinci Siyonist Kongre’den yüzyıllar önce, Kudüs’e ulaşmak ve yerleşmek, Yahudi tasavvurunda çoktan şekillenmişti.
Devamı Derin Tarih Nisan Sayısında…