“Kutsal toprakları kurtarmak” sloganıyla 1090’lı yılların sonunda başlayan Haçlı Seferleri, Hıristiyan Avrupa’nın kısa ve orta vadede bazı başarılar elde etmesi ile sonuçlansa da, bu Seferleri’n nihai mânada kalıcı bir siyasî başarısı olmadı. Haçlıların Yakındoğu’daki varlığı 200 yıl tamamlanmadan bütünüyle sona erdi. Bununla birlikte Seferleri’n asıl kalıcı etkileri sosyal ve kültürel alanda gerçekleşti. İki asırlık Haçlı macerası Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasında bir çeşit sosyal ve kültürel alışverişin zemini olmuş, bu zemin üzerinden oluşan etkileşim sonucunda taraflar birbirlerinden birçok anlamda etkilenmişlerdi. Söz konusu etkileşim bağlamında Haçlı Seferleri’nin dünya tarihinin en önemli, belirleyici ve tarihî akışı yönlendiren hadiseleri arasında olduğu kabul edilmektedir.
Peki, tarihî süreç içerisinde bu derece etkili olan ve tesirini asırlardan beri devam ettiren Haçlı Seferleri’nin nedeni neydi? Hıristiyan Avrupalılar İslâm dünyasına karşı neden bu türden seferler düzenleme ihtiyacı hissettiler? Bu sorular Haçlı tarihçileri tarafından epeyce tartışılmış ve bunlara sosyal, siyasî, dinî ve özellikle de ekonomik temelli cevaplar üretilmiştir.
Cevapları merak edenler Haçlı tarihi ile ilgili çalışmalara bakabilirler. Biz Haçlı Seferleri ile Malazgirt Savaşı arasında herhangi bir irtibat olup olmadığını anlamaya gayret edeceğiz. Bunun için öncelikle Hıristiyan Avrupa’yı Haçlı Seferleri’ne sürükleyen süreci özetleyelim.
Katolik Roma ile Ortodoks Bizans arasında kökenleri 5. yüzyıla dayanan ve “schisma” (bölünme) olarak bilinen teolojik ayrışma, 9. yüzyılın başında Papa’nın Frank İmparatoru Charlemagne’a taç giydirerek onu Kutsal Roma Germen İmparatoru olarak tanıması ile siyasî bir kisveye de bürünmüştü. Gerek Roma, gerekse Bizans tarafından zaman zaman sergilenen yakınlaşma eğilimleri Papalığın Ortodoks inancını dönüştürme ve Roma merkezli bir Hıristiyan birliği oluşturma yönündeki ısrarı nedeniyle asırlar boyunca herhangi bir sonuç vermemiş, hatta karşılıklı aforozlaşmalar, ithamlar ve konsil kararları ile Katoliklik ve Ortodoksluk arasındaki akidevî uçurum da giderek derinleşmişti. Bugün Hıristiyan dünyasında halen etkileri görülen bu farklılaşmanın esas itibarıyla iki farklı din ortaya çıkardığı da söylenebilir.