Selçuklu Aristokratları Nedîmler

Modern öncesi dönemlerde imparatorlukları yöneten hükümdarlardan söz edildiğinde, genellikle insanların aklına gün boyu büyük bir ciddiyetle etrafına emirler yağdıran asık suratlı adamlar gelir. Ordularını savaşlardan savaşlara süren, dinî ve millî ideallerin varlıklarında tecessüm ettiği bu adamlar, kendilerini önemli işlere adamışlardır. Mensubu oldukları milletin şahs-ı maneviyyesi haline geldikleri için sıradan bir insan olmanın ötesine geçmiş, biyolojik varlıkları belirsizleşmiş, soyut bir simgeye dönüşmüşlerdir. Tıpkı ruhları gibi bedenleri de artık kendilerine ait değildir. Diledikleri gibi yaşayamaz, diledikleri gibi konuşamazlar. Makamlarını taşıyabilmeleri ve temsil ettikleri anlamı tahkîm etmeleri istenir.

Hükümdarlardan beklenen; devleti payidar kılmaları, milleti mesrur etmeleridir. Yorgun düşebilecekleri, halet-i ruhiyyelerinin sarsılabileceği, kendilerini yalnız hissedebilecekleri, sürdürdükleri saltanatın hayhuyundan bunalarak arkalarında iz bırakmadan ortadan kaybolmak isteyebilecekleri, dost meclislerinde amaçsız sohbetler yapmayı özleyebilecekleri, öylece boşluğa bakarak kendilerine ait bir hayatlarının olup olmadığını düşünerek ürperebilecekleri düşünülmez. Herhangi bir hikmeti olmayan başıboş işler yapmayı arzu etmek ve kendilerini anlık duygulanımlara kaptırarak şen kahkahalar atmaya ihtiyaç duymak onlara yakışacak şeyler cümlesinden değildir. Hele de fiziksel ya da sözlü şakalar yapmak! Hâşâ. Bunlar bir sultanın yapacağı işler arasında yoktur. Otorite mesafeyi gerektirir çünkü. Hükümdarın otoritesinin muhafazası için onunla diğerleri arasında görünmez bir duvar olmalı, en yakınında olanlar bile o duvarı aşamamalıdır. Aksi halde saltanat zarar görür, sultanın buyruklarının yaptırım gücü zedelenir.

Gelgelelim, otorite duvarının ardına ne kadar gizlenirse gizlensin, hükümdar insandır ve bu ise hiçbir koşulda aşılabilecek bir bariyer değildir. Nitekim tarihî süreçte birçok hükümdarın insan ve simge olmak arasındaki gerilimi kaldıramayarak ulûhiyet iddiasında bulunması da bu durum ile ilgili olmalıdır. Kamusal alanda bir tür insan-dışı varlık olarak kavranmalarını bütün varoluşlarına teşmil etmiş, böylece gülünç bir duruma düşmüşlerdir. Öte yandan geleneğimizde hükümdarların üzerinde yürümek zorunda kaldığı bu buzu çözmek amacını taşıyan bir uygulama olduğunu not edelim: Nedîm.

Nedîm kelimesi, lügatte “kadeh arkadaşı ve dost” gibi anlamlara gelmekte olup hükümdarlara arkadaşlık etmek için özel olarak seçilen kimseleri tanımlar. Aralarında bazı farklılıklar olmakla birlikte Osmanlılar döneminde kullanılan “musâhib” ve “mücâlis” kelimeleri de aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Geçmişi eski İran sarayındaki teşkilat kültürüne dayanan, 8 ve 9. asırda yaşayan meşhur Arap müellifi Cahiz tarafından vazifesinin muhtevasının ilk kez Sâsânî hükümdarı Erdeşîr b. Bâbek tarafından tayin edildiği belirtilen ve cahiliye dönemi Araplarında (İslâm öncesi dönemde Kureyş ulularının nedîmleri vardı) da görülen nedîm uygulaması, Ortaçağ İslâm dünyasındaki devlet yapılarının önemli bir unsuruydu. Emevîler ve Abbâsîler nedîm uygulamasına yabancı değildiler. Halifelerin kendilerine özgü şahsiyetler olan özenle seçilmiş nedîmleri olurdu. Esas itibarıyla “münâdeme” (nedîm kelimesi ile aynı köktendir) adı verilen eğlence meclislerini tertip etme, sultana şarkılar söyleyip eğlenceli hikâyeler anlatarak neşelenmesini sağlama görevini icra etmekle birlikte bazılarının devlet işlerine müdahale edebilecek seviyede itibar kazandıklarını kaynaklardan öğrendiğimiz nedîmler Selçuklu sarayında da vardı. Selçuklular dönemindeki nedîmlik uygulaması ile ilgili olarak Nizâmülmülk, Râvendî ve Kaykâvus b. İskender gibi müellifler önemli bilgiler vermişlerdir.

Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…

Benzer konular