Hotel Ruanda

 

2018 yılında İtalya’nın Kardeşleri adlı İslamofobik bir partinin başkanı Giorgia Meloni Fransa’nın Afrika’yı sömürdüğünü ve Afrikalıların Fransa’nın politikaları yüzünden ülkelerini terk ettiğini söylediği konuşmasıyla ülkemizde gündem oldu. Giorgia Meloni medya tarafından Avrupa’nın vicdanı ilan edilince bu ismi internette araştıranların gördüklerinden biri de şu açıklaması olabilir:

“Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olan Erdoğan, siyasî İslâm’ın taşıyıcısı haline geldi. Avrupa’da ikamet eden Türkleri ve Müslümanları çocuk sahibi olmaya teşvik ederek, kültür merkezlerini ve cami inşaatlarını finanse ederek bizi sömürgeleştirmeye çalışıyor. Türkiye’nin Avrupa’daki siyasî İslâm’ı finanse etmesine izin veremeyiz.”

Avrupa’nın içindeki faşist zihniyetin 2. Dünya Savaşı’na rağmen dondurucuda kalmış diriliği elbette bizi şaşırtmamakta. Nitekim Batılı ahlakın birbirlerinin sömürü şekillerini eleştirmekten öteye gidemeyen manifestolarının günümüz sorunlarına sunduğu tek bir çözüm dahi yok. Videonun ülkemizde dolaşıma girdiği, yani bizim Meloni’yi takdir ettiğimiz gün Sicilya’da bir mahkemede İtalya’nın kara sularında 2018 yılında batan ve içinde 164 göçmenin olduğu gemiyi Lampedusa Adası açıklarında 20 gün bekleten İtalya eski içişleri bakanı ve aşırı sağcı Kuzey Ligi Partisi lideri Matteo Salvini hakkında “görevi ihmal ve adam kaçırmaktan” dava açılıyor. Giorgia Meloni’nin de hararetle Macron’a sömürülen Afrikalılar şemsiyesi altında kükremesi Fransa ve İtalya arasında başlayan bu göçmen krizinin yükselişi ile gerçekleşiyor.

Avrupa’nın sömürü tarihine dair söylenecek çok şey var elbette. Ama bunların hiçbiri ne yazık ki bir filmin etkisi kadar güçlü olmuyor. Şubat sayımızda incelemesi yer alan Cezayir Bağımsızlık Savaşı filminde olduğu gibi Avrupa sömürdüğünü söylemekten de bunu anlatmaktan da çekinmiyor. Her ne kadar sözde Yahudi soykırımının anlatıldığı kadar film ve belgesel çekilemese, kitap kaleme alınamasa da Batı’nın sömürge tarihi filmlere konu olmaya devam ediyor.

Sömürü ve soykırım dosyası açılınca akıllara ilk gelen filmlerden biri Hotel Ruanda oluyor. 2004 yılında ABD, İtalya, İngiltere ve Güney Afrika ortak yapımı olarak gösterime giren filmde, 1994’te sayısız kişinin katledildiği Ruanda’da 1.260’dan fazla insanın hayatının kurtarılmasına vesile olan Paul Rusesabagina’nın etrafında gelişen olaylar anlatılıyor. Filmde BM ve Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğü eğip bükmeden gösteriliyor. Önce Almanya, sonra uzun yıllar Belçika tarafından sömürülen Ruanda, 1962 yılında bağımsızlığını elde etmiş gibi görünse de sömürü zihniyetinin kontrolü altında 1994 senesindeki felakete sürükleniyor. Ruanda’da Fransa ve Belçika’dan destek alan Hutu kabilesi 1994’de, tanesi 50 cente ithal edilen palalarla, kadın, çocuk ve yaşlı demeden 3 ay içerisinde bir milyona yakın Tutsi’yi katlediyor.

Filmde beyaz adamın aynı yörede yaşayan, aynı kültür ve geçmişe sahip bu insanların biraz uzunca olanlarına Hutu, diğerlerine Tutsi demesi sonucu ikiye bölünen halkın zamanla büyüyen nedensiz ve anlamsız düşmanlığının sonuçlarını hayret ve dehşetle seyrediyorsunuz. Ruanda ve geri bıraktıkları diğer coğrafyalarda neden bu olayların yaşandığını ise Birleşmiş Milletler’in görevlendirdiği generalin Paul Rusesabagina’ya söylediği şu sözler özetliyor: “Yüzümüze tükürmelisin. Çünkü biz (Batı) pislik olduğunuzu düşünüyoruz. Siz değersizsiniz çünkü siyahsınız, zenci bile değilsiniz. Siz Afrikalısınız…”

Devamı Derin Tarih Haziran Sayısında…

Benzer konular