Mehmet Genç, Osmanlı tarihçiliğinin boyar maddesiydi. Tonlarca beyaz ham maddeye bir kaşık kırmızı boyar madde attığınızda, bütün kitle kıpkızıl olur. Birkaç kısa makaleyle arşivdeki ölü rakamları canlandıran “unvansız tarihçi,” gelecek nesillere işaret feneri oldu. Vefatının ardından, çalışmalarından hareketle attığım yedi twit, tarih idrâkimize katkılarının muazzam olduğunu göstermeye kâfidir:
1) Bize titiz bir çalışma ahlâkı ve derin bir tarih şuuru miras bırakan Mehmet Genç hocamızı ebedî hayata uğurladık, mekânı cennet olsun. “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.”
2) “Osmanlı iktisat ve maliyesi, kendisinden önce gelen bilgeliklerin birikimi üzerine aklın ve vicdanın inşâ etmeyi başardığı ilginç bir sentezdir.”
3) “Osmanlıların Avrupa’daki genişlemesi 329 yıl (1354-1683), geri çekilmesi ise 239 yıl sürdü (1683-1922). Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş bir Avrupa karşısındaki bu daralmayı başarılı saymak gerekir. Osmanlıların ‘düşüşü’, yükselişlerinden daha muhteşemdir.”
4) “Osmanlıları asıl başarılarını, ordularını iyi örgütleyip eğitmekten ziyade, bu orduları taşıyan, besleyen sosyal ve iktisadî düzenlerinde aramak gerekir. Liyakatli bir elitin sunduğu güvenlik, adalet, hoşgörü ve refah, Osmanlı sisteminin başarısının özünü oluşturur.”
5) “Nietzsche, ‘uçurumun içine bakarsan uçurum da senin içine bakar,’ diyor. Ben Osmanlı uçurumunun içine baktım. O da bana baktı. Ve neticede adeta kaynaştık.”
6) “İstanbul’u Avrupa’nın rakipsiz şehri mevkiine ulaştıran gelişmeler (fetihten sonradır). (Öyle ki) insan, Osmanlı mı İstanbul’u seçmiş ve fethetmiş, yoksa İstanbul mu potansiyellerini alabildiğine gerçekleştirmek üzere Osmanlı’yı seçip davet etmiştir diye sormaktan kendini alamaz.”
7) “Osmanlı geniş bir coğrafyada din, mezhep, dil ve ırk bakımından dünya tarihinde bilinen en büyük çeşitliliği bünyesinde barındırarak yönetmeyi başarmış bir devlettir. Son 7000 yılda bu kadar uzun süre bu (başarıyı sürdürebilen) devletlerin sayısı 10’u bulmaz.”
Halk arasında çok meşhur olan “Aramakla bulunmaz; ama bulanlar, yalnızca aramış olanlardır!” sözü tashihe muhtaçtır. “Bulanlar, vazgeçmiş olanlardır!” Medenî hayatın bütün formalite ve yüklerinden arınmadıkça, kendinizi topyekûn ve sadece ilme vermedikçe, ilim de size kendini vermez! Çağının en büyük tarih hocası Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı iken bile, verileri konuşturamadığı ve anlamlı bir neticeye ulaştığını hissetmediği bir çalışmayı “tez” olarak sunmayı reddetmek, bu konumun sağladığı maddî rahatlık ve sosyal statüden vazgeçmek, emsalsiz bir ilim ahlâkının işaretidir. Bu fedakârlığın ailevî maliyetini, kitabının başına koyduğu teşekkürnâme ile hafifletmeye çalışmıştır: “Onlara verebildiğim, oldukça bol mahrumiyetlerden ibaret. Eşim Münevver Nurdan … beni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyete hakkı olduğu halde, bunu yapmadı; üstelik sağladığı iç huzuru ile adeta kendini feda edercesine çalışmalarıma katkıda bulundu, ona teşekkürüm sonsuzdur. Kızlarım Zeynep ve Elif Süreyya, büyürken sordukları derin çocuk soruları ile zihnî gelişmemde önemli rol oynadılar. Buna karşılık, kendilerine yeteri kadar zaman ayıramayan, ayrıca sınırlı gelirini de uzak diyarlardan getirttiği pahalı kitaplara harcayan babalarını mahkemeye vermekte yerden göğe kadar haklı oldukları halde, hiç şikâyet etmeden katlandılar, onlara da teşekkürüm sonsuzdur.” Öyle anlaşılıyor ki, ilim şahsî olmaktan ziyade ailevî bir meşguliyet ve mes’uliyettir!..