ŞERİFE EROĞLU MEMİŞ: “HAC EL YAZMALARININ ÇOĞU HAYIR DUA ALMAK İÇİN TELİF EDİLMİŞTİR”

KONUŞAN: MUNİSE ŞİMŞEK

Bu yıl Kurban Bayramı 9 Temmuz’a denk geliyor. Hepimiz için önemli olsa da en büyük bayram sevincini hacılar yaşayacak. Yaklaşık 10 günlük bir ibadet sürecini tamamlayarak hacı olacaklar. Biz de bu vesileyle kitabınız üzerine sizinle sohbet edelim istedik. Hac kültürü ve bu sahada kaleme alınmış eserler üzerine çalışmaya ne zaman başladınız?

Öncelikle böylesine anlamlı bir vesile ile kitap çalışmama derginizde yer ayırdığınız için teşekkür ederim.

Esasında Kudüs şehri ve vakıflarına dair yürütmüş olduğum çalışmalar beni bu konuya yöneltti. Kudüs şehrinin Osmanlı idealine entegrasyonunda hac organizasyonunun rolü, ilk dikkatimi çeken konular arasındaydı. Zira I. Selim döneminde Suriye, Mısır ve Hicaz’ın ele geçirilmesi ile haccın idaresi ve organizasyonu da Osmanlı Devleti’ne geçmişti. 16. yüzyıl ortaları Osmanlı yönetim merkezinin bir bütün olarak Bilâdü’ş-Şam’ın güneyine yönelik tutumlarında bir dönüm noktası olmuş ve hac organizasyonu, yeni fethedilen bu coğrafyanın imparatorluk muhayyilesine entegre etmenin en önemli ayağını oluşturmuştu. Fetihten sonraki yarım yüzyılda, bu amaçla hacıların bu bölgede seyahatini kolaylaştırmak için çeşitli tedbirler alınmıştı. Hacıların doyurulması, ihtiyaçlarının karşılanması için Mekke, Medine ve el-Halil’deki mevcut imaretlere, Haseki Sultan İmareti de ilave edilerek Müslümanların dört kutsal kentinde fakir ve ihtiyaç sahiplerinin doyurulması da sağlanmıştır.

Âdeta bir “hac imâreti” fonksiyonunu yerine getiren bu yapılarda yürütülen faaliyetleri yukarıda bahsi geçen idealin önemli bileşenleri olarak görmek mümkündür. Zira Kudüs ve el-Halil’de bulunan imaretler oldukça büyüktü ve kutsal şehirlere gelen hacıların devamlılığının sağlanması ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda önemli rolleri icra etmekteydi. Yerine getirdikleri bu işlev sayesinde Osmanlı döneminde Haseki Sultan İmareti Kudüs şehri için ekonomik olarak bir canlılığa vesile olurken, el-Halil’de Halil İbrahim Sofrası olarak bilinen Simâtü’l-Halîl de benzer bir işlev görmüştür.

Aynı zamanda yüzyıllar boyunca Kudüs ve el-Halil’de sürdürülen bu faaliyetler, Osmanlı Sultanı’nın “Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerifeyn” olarak isimlendirilen hamiliğinin korunmasına maddî ve manevî açıdan oldukça önemli katkılar sağlamıştır. Bunların yanı sıra, Osmanlı döneminde hac organizasyonu çerçevesinde İstanbul’dan Şam’a, oradan Medine ve Mekke’ye, Kudüs’e ve el-Halil’e geçilen yollar boyunca inşa edilen kervansaraylar, hanlar ve hamamlar; şehirler, kasabalar ve menzilhâneler bu bakış açısının ulaştığı noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Bu organizasyonun boyutu ve bu süreçteki vakıfların etkinliği beni hac konusunda çalışmaya yönelten ilk hususlardı.

Hac bahsine yönelmemdeki ikinci önemli mesele ise; Osmanlı sultanının hayırseverliğinin ve meşruiyetinin göstergeleri addedebileceğimiz bu iki imaretin yanı sıra, Kudüs’te bulunan zâviye, hangâh, ribât gibi vakıflar yoluyla vücuda getirilen tasavvufî yapıların, aynı zamanda “hac imâretleri” olarak faaliyette bulunmaları olmuştur. Örneğin, Kudüs şehri erken Osmanlı döneminde hacıların yoğun bir akınına şahit olmuştur: Hindîler, Afganlar, Orta Asyalılar, Endenozyalılar, Faslılar, Kürtler ve Türkler hac yolculuklarını Kudüs’e bağlayarak burada tefekkür ve ibadetle meşgul olmuşlardır. Hacılar her milletin ismiyle anılan zâviye ve ribâtlarda konaklamakta, yeme içme ihtiyaçları da buralarda karşılanmaktaydı. Kudüs’ün misafirperver bir hac merkezi olmasına önemli katkılar sağlayan bu kurumlar aracılığıyla Kuzey Afrika, Orta Asya, Hindistan ve Osmanlı İmparatorluğu arasında ve Arap vilayetleri özelinde gerçekleşen kültürel, dinî ve siyasî alışverişten de söz etmek mümkündür.

Devamı Derin Tarih Temmuz Sayısında…

Benzer konular