Köyü Romanla Kalkındırmak!

Köy enstitüleri, gerçekleşmeden efsaneleşen bir eğitim ve kalkınma rüyası. Taraftarlarına göre “Bir yandan Batı uygarlığını anlama, öte yandan bu uygarlığa geçiş yollarını Türk toplumunun kendi gereksinmelerine göre bulma düşüncesinin bir zaferi.” Karşıtlarına göre “Köy çocuğunu köyden alıp köy şartlarında yetiştirerek yine 20 yıl köyde yaşamaya mahkûm eden bir anlayışın” eseri. Bir enstitü mezununa göre, Köy Enstitüleri “Derinden halk yaratılarının fışkırtılmasını, bunların çağdaş anlayışla değerlendirilmelerini amaçlıyordu. Halk ekininin değişik alanlardaki ‘topraktan öğrenen’ ustaları, arıcılık, bağcılık, dokumacılık, türkü ustaları enstitülerde ‘ustaöğretici’ görevine getiriliyordu.” Etkin ömrü altı, uğultusu altmışaltı yıldır süren bu teşebbüs hem bir eğitim, hem de bir kalkınma modeli. Sadece bir okul gibi değil, bir “işyeri ve fabrika gibi” çalışmış! “Enstitüleri bitiren öğrenciler, gerçek yaşamda geçerli olabilecek bir meslek ya da sanata sahip olmuşlar ve görevlendirildikleri kırsal alanlarda, öğrendikleri bu meslekleri bizzat pratik yaşamda uygulayarak oradaki insanlara örnek olma görevini yerine getirmişlerdir.”

Modelin mimarı kabul edilen Mürebbinin Ruhu yazarı İsmail Hakkı Tonguç’a göre, zaten Türk eğitiminin amacı “ekonomik iş yapanlar arasında yeni bir işbölümü yaratmak” idi. Hangi sınıf veya zümrelerdir bunlar? Devlet memurları, kapitalistler, işçiler, büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, özellikle de “ülkenin başlıca vergi ödeyicisi olan küçük toprak sahibi köylü nüfus.” Demek ki öyle bedavaya “milletin efendisi” olunmuyor; ödersin en yüksek vergiyi, alırsın efendilik şehadetnamesini! Fay Kirby, Tonguç’un sadece millî eğitimi değil, millî kalkınmayı da köyden başlatmayı öngören ülkücü görüşlerini şöyle özetliyor: “Köylünün Kemalist rejimin odak noktası olmakla kalmayıp, kurulacak tüm eğitim sisteminin yönünü ve içeriğini saptayacak başlıca etken olması gerekmektedir. Kent toplumu, beklenen eğitim reformunu yürütemeyecek kadar ülkenin ekonomik yaşamıyla bağını yitirmiş durumdadır. Köy toplumunu bir yana bırakın kent, Tanzimat’tan beri kendi toplumunu bile düzeltmekte ve çağdaşlaştırmakta güçsüz olduğunu kanıtlamıştır. Tüm bilgisizliğine, yanlış inançlarına vb. karşın, Türk köylüsü yüz yıldan fazla bir süre Osmanlı ve Türk devletini savaşta, barışta sırtında taşımıştır. Çağdaş kent yaşamının inceliklerini bir yana bırakırsak, köy toplumu çağdaş uygarlıkla daha çok uyuşabilir özellikleri olduğunu göstermiştir. Örneğin, üzerinde o kadar gürültü koparılan kadının toplum yaşamından uzak tutulması kentlilerin uygulamasıydı. Köy kadını, toplum yaşamından da, ekonomik iş yaşamından da ayrı tutulmuyordu. Köy toplumu, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolundaki iradesinin deneneceği el sürülmemiş bir doğa kaynağı, Kemalist rejimin gerçekleştirmek istediği manevi ve toplumsal evrimin bir esin kaynağı olmalıydı.” Kemal Burkay, Tonguç’un bu Maoculuğu önceleyen ülkücülüğünün Kemalist burjuvazinin hedefi olmadığı gibi, fazla da abartılmaması gerektiğini söylüyor. Köyler belirli bir evrimle kapitalist pazara açılıyor ve kentlerle bütünleşiyorlar zaten. Ekonominin ihtiyaç duyduğu kalifiye işgücünü ise meslek okulları ve üniversiteler sağlıyor.

Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında… 

Benzer konular