Dante İlahi Komedya’da Ondan İntihal Mı Yaptı?

1057 yılının yaz başında, Halep’in 84 kilometre güneybatısındaki Maarra (Maarratünnûmân olarak da bilinmekteydi) şehrinde Cuma namazından çıkan acılı kalabalık taze bir mezarın etrafında toplanmış, dünya hayatına veda eden büyük bir adamı defnediyordu. Defin merasimine birçok fakih, sûfî ve muhaddis ile birlikte yüz seksen şair katılmıştı. Kabrin başında evvela iki yüz hatim indirilmiş, ardından seksen dört şair hüzünlü mersiyeler söylemişti.

“Ben onun toprak altına konulamayacağını zannederdim” dedi şairlerden biri ve ekledi: “Yıldızlar da konulurmuş toprağa.” Bir başkası, kabrin başına konan mezar taşına şu rubaiyi yazdı sonra: “Bu kabrin sahibi kıymetli bir cevherdi / Cenâb-ı Allah onu şereften yaratmıştı / Ama bu cevherin kıymetini bilen olmayınca / Allah onu tekrar sedefin içine aldı.” Şairlerin mersiyeler eşliğinde defnettikleri kişi, İslâm tarihinin en sıra dışı zekâlarından biri olup düşünceleri ile adeta modern bir varoluşçu filozofu çağrıştıran Ebû’l-Alâ el-Maarrî’ydi. Uzun sayılabilecek yorucu bir hayatı noktalamış, ardında birçok tartışmayı da bırakarak yıllar önce el ayak çektiği dünyadaki çilesini nihayete erdirmişti.

973 yılında Maarra’da dünyaya gelen ve asıl adı Ahmed b. Abdullah et-Tenûhî olan Ebû’l-Alâ el-Maarrî; ilmî faaliyetlerle meşgul olan ve başta dedesi, babası ve amcası olmak üzere birçok üyesi yaşadıkları coğrafyada kadılık yapan köklü bir aileye mensuptu. Üç yaşında okuma yazmayı öğrenmiş, dört yaşında geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle görme yetisini kaybetmiş ve on bir yaşında şiir yazmaya başlamıştı. Muazzam bir hafızası vardı; yabancı bir dilde dahi olsa duyduğu her şeyi kolaylıkla aklında tutabiliyordu. Gözleri görmemesine rağmen satranç ve tavla gibi oyunları büyük bir ustalıkla oynayabiliyordu. Olağanüstü yetenekleri ile henüz çocukluk dönemlerinden itibaren çevresindeki herkesin dikkatini çekmişti.

Bütün ilimleri tahsil ettiği yirmi yaşına kadar yüksek sesle okunan kitapları dinlemek suretiyle eğitim almış; bu zaman zarfında dil, edebiyat, fıkıh ve tarih alanlarında uzman olmuştu. Lazkiye’deki bir manastırda bir rahipten Hıristiyan ve Yahudi ilahiyatına ilave olarak felsefe dersleri aldığına dair bir rivâyet de olmakla birlikte, bunun doğru olmadığı yönündeki kanaat daha güçlüdür. Yirmi yaşında ilim tahsilini tamamladığını, artık Suriye ve Irak bölgesinde kendisinden bir şeyler öğrenebileceği kimsenin kalmadığını, daha sonra eğitim almadığını kendisi belirtmiştir.

Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…

Benzer konular