Osmanlı’nın Aykırı Vakıfları

Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler açısından sevap umulan dinî bir eylem olarak görülen vakıf kurma, genel anlamda “hayırseverlik” (charity/philantropy) kavramı ile karşılanan iyilikte bulunmanın bir yoluydu. Dinî, sosyal ve ekonomik hayatın merkezinde vakıflar bulunmaktaydı. Sınıfsal bir ayrıcalık gerektirmeyen vakıf kurmayı tetikleyen motivasyon ve endişeler ise muhtelifti. Bunlar genel olarak statü ve itibar elde etme, mülklerin istenilen kişi veya kurumların tasarrufuna bağlanması ve bu sayede istenmeyenlerin mahrum bırakılması, malın müsadere ve miras kıskacından kurtarılması ve bu yapılırken tamamen “ulvî” bir amacın hedeflendiği gösterilerek hayırseverlik zaviyesinden sonraki hayatta (ahiret) korunma umulması şeklinde sıralanabilir. Diğer taraftan, vakıf kurmanın en temel motivasyon kaynağının “din” olduğu da genel olarak kabul görmektedir.

Osmanlı vakıfları üzerine çok geniş bir literatür mevcut. Fakat bu araştırmaya konu edinilen aykırı gayrimüslim vakıfları, mevcut literatürde rastlanmayan bir olgudur. Aykırı gayrimüslim vakıflarının çoğu, genel yapıları itibariyle tipik aile vakfıdır. Vakfiyelerinde Müslümanların, özellikle de Medine’de yaşayanların, lehine şart taşıyor olmaları ise bu vakıfları ve kurucularını aykırı sınıfına sokan asıl unsurdur. Aslında Müslüman ve gayrimüslimlerin birbirlerinin fakirleri yararına vakıf kurmaları hukuken geçerli sayılıyordu. Yani bir Müslüman gayrimüslim fukarayı kastederek, bir gayrimüslim de Müslüman fukarayı kastederek vakıf kurabilirdi. Ancak bu tip örneklere arşiv belgelerinde ender rastlanmaktadır. Zira bu özelliğe sahip olup Osmanlı tarihinde tespit edilebilen gayrimüslim vakfının sayısı şimdilik 14’tür.

Kuruluş hedefleri bakımından çeşitli olan vakıflar, “hayrî” ve “ehlî” olmak üzere iki türlüdür. Bu farklılaşma, vakıf kurucularının tercihlerine göre şekil alan bir durumdu. Hayrî vakıflar, doğrudan hayır maksadı taşıdıklarından bu şekilde anılmaktaydı. Hayrı doğrudan gözetmeyenler ise ehlî/zürrî vakıf veya aile vakfı olarak adlandırılmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nda gayrimüslimler, kendilerine tanınan haklar çerçevesinde ehlî ve hayrî birçok vakıf kurdular. Ehlî vakıf kurmak her din mensubu için genel bir hak idi; fakat gayrimüslimlerin hayrî vakıf kurmaları, şekil olarak farklı kurallara tabi olmakla birlikte, kendi kilise ve manastırlarına doğrudan vakıf kurma hakkına sahip değillerdi. Bu kurumlar vakfiyelerde dolaylı şekilde zikredilmeli, vakıflardan asıl faydalanacak kimselerin fakirler (fukarâ) olduğu mutlaka belirtilmeliydi. Buna göre gayrimüslim vakıfları, Hıristiyan ve Yahudilerin mabetlerini temsil eden ortak bir terim olan “kilise”ye değil, “kiliseye gelen giden fukarâya” şart edilmeliydi. Fıkhın, hayrî vakıf bağlamında gayrimüslim vakıfları için öngördüğü şart buydu. Osmanlı’da gayrimüslimler tarafından kurulmuş olan diğer vakıfların şartlarına bakıldığında “fukarâ” ibaresinin ön planda olması da bu nedenledir. Gayrimüslimler, Osmanlı döneminde avarız vergilerinin karşılanması veya Kudüs için de vakıflar kurmuşlardı. Bunun dışında aile vakıfları da İslâm tarihi boyunca yaygınlık kazanmış bir vakıf türüydü.

Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…

Benzer konular