MUSTAFA TATCI: “GÖNÜLLER YAPMAYA GELDİM”

KONUŞAN: MUNİSE ŞİMŞEK

 

Hocam Yûnus Emre ile yolunuz nasıl keşişti, isterseniz oradan başlayalım.

Bendenizin Yûnus’a olan ilgisi ortaokul sıralarına kadar gider. Öncesinde de bu ilgi vardı tabii. Duyduğum Yûnus Emre şiirlerinden büyük zevk alırdım. Lâkin Dîvân’ı altını çizerek ilk defa 1978 senesinde 18 yaşındayken Maarif Kitabevi’nin yayınladığı eserden okudum. Niyâzî-i Mısrî ile tanışmam da bu yıllara rastlar. Birinden anlamadığım beyiti diğerinden çözmeye çalışırdım. Bazı kişiler Yûnus okumalarımla ilgili olarak birilerinden etkilenip etkilenmediğimi soruyorlar. Hayır, hiç kimseden etkilenmedim. Sevdim ve Yûnus gibi olunması gerektiğine inandım. Sevk-i ilâhî işte… Bu sebeple de okudum ve yazdım.

Önceleri Niyâzî-i Mısrî üzerine çalışıp iyi bir monografi çıkarayım diye düşünüyordum fakat değerli hocam Sadık Kemal Tural ile yaptığımız bir sohbette “Sen Niyâzî’yi sonra çalış, önce şu Yûnus meselesini hallet” diye tavsiyede bulundular. Fakir de “söyleyene değil söylettirene bak” diyerek bu tavsiyeyi emir telakki ettim ve Yûnus Emre ile ilgili çalışmalar yapmaya doktora öncesinde 1986 senesinde karar verdim. Dolayısıyla ilk ciddi araştırmaya da bu sene içerisinde başlamış oldum. H Yayınları’ndan neşredilen bu iki ciltlik Yûnus Emre Külliyatının temeli 1986 senesinde başladığım ve 1990 senesinde tamamlayıp neşrettiğim doktora mesaimiz sırasında atılmıştır. Bu eser ilk defa 1990 senesinde Kültür Bakanlığı tarafından dört cilt halinde yayımlanmıştı. Daha sonra 1997 ve 2005 senelerinde Millî Eğitim Bakanlığınca, 2008’de ise altı cilt halinde H Yayınlarınca ve 2013 yılında iki cilt halinde TOBB tarafından neşredildi. Şu anki prestij baskı ise çok yeni bilgi ve belgeler ilâve edilerek, şiirler, yazmalar tekrar gözden geçirilerek ortaya çıkmıştır. Tabii Yûnus Emre’yi tez konusu olarak almadan önce konuyu bütün boyutlarıyla, geldiği noktayı da incelemek gerekiyordu. Bendeniz de şimdi hepsi rahmetli olmuş, M. Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi bilge hocaların araştırmalarını, ortaya koydukları metinleri inceledim. Esas niyetim, Faruk Kadri Timurtaş’ın yayınladığı Dîvân’dan hareketle bir “Yûnus Emre Dîvânı Tahlili” yazmak idi. Yazma nüshaları inceleyince, metnin yeniden okunması ve tenkitli metin olarak yazılıp bunun üzerinden bir sistematik tahlil yapılması gerektiği anlaşıldı. Biz de öyle yaptık. Yani 1986 senesinden bugüne yaptığımız çalışmalarda bu Yûnus âlimlerinin kaldığı yerden devamla eksiklikleri gidermeye gayret ettik. Netice itibariyle metni yeniden kurdum ve onun üzerine tahlil ve şerh çalışmalarına başladım. Bugün geldiğimiz noktada tenkitli metinde 50’den fazla yazma kullandım.

Yûnus’un yetiştiği dönemde Anadolu’daki ortam ve şartlar nasıldı?

Bu mevzuda öyle derin, tarihî ve sosyolojik izahlara gerek yoktur. İşte 13. asır Anadolu’su savaşlarla, kanla, işgallerle toz dumana karışmış bir Anadolu’ydu. Araştırmacıların, “İnsanlar bu yüzden kurtuluşu tekke ve zaviyelerde buluyordu” gibi izahları zâhir, sığ ve basit sebeplerdir. İşin hakikati o kadar basit değildir. Kaldı ki Cenab-ı Hakk’ın Yûnus’u veya benzeri ehlullahı bir toplumun hayatında açığa çıkarması, alenîleştirmesi her şeyden önce bir ilâhî lütuftur. Gerçek şu ki bir toplumun üzerine bir resûl, bir nebî hangi sebeplerden gönderilmişse, Yûnus Emre gibi kâmil-i mükemmil erenler de aynı sebeplerden gönderilmiş, o topluluğa bir rahmet vesilesi olarak lutf edilmiştir. Evvel emirde bütün erenler insanlık âlemi üzerine bir rahmettir. Onlar birliğimizin ve dirliğimizin menbaıdır.

Tafsilata girmeden söyleyeyim, şartlar Yûnus’a ihtiyaç duymamıza sebep olduğu kadar, Yûnus’u yetiştiren büyük aşk ve irfan adamı Tapduk Emre’nin de kabiliyetini göz ardı etmememiz gerekiyor. Tapduk Baba gibi kâmiller, Yûnus gibi verimli ve sağlam bir toprak gördüğü zaman özündeki güzelliği açığa çıkarmak ister. Nitekim öyle de olmuştur. Bu hususun iyice bilinmesi için tekrar söyleyeyim; Yûnus’u ortaya çıkaran atmosfer hiç şüphesiz Tapduk Baba’dan aldığı mâye-i Muhammedî telkini yani telkin-i tevhîd, sohbet-i ilâhî, zikrullah ve tefekkür, teslimiyet-i tâmme ve hizmet şuurudur. Yoksa, “bunalıma düşen kişiler falan mürşide sığınınca onların içinden bir Yûnus çıkar” iddiasında bulunmak doğru değildir. Bunalım çağlarından Yûnus çıkmaz. Sabır ve tevekkül içinden Yûnuslar çıkar. Gül dikenli bir budaktan yüz gösterdiği gibi celâlî tecellîlerden de cemâl çıkar. Nitekim Hz. Yûnus’un “Dost bâğının bülbülüyem budakdan gül düzer oldum” demesi ondandır. İşte Yûnus da 13 ve 14. asırların toz bulutları arasından yüz göstermiştir.

Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…

Benzer konular