KORAY ŞERBETÇİ: “CEVDET PAŞA’NIN FAİDE-İ TARİH PRENSİBİ TARİH YAZIMINDA PUSULAM OLDU”

KONUŞAN: ÖZLEM KOCUKELİ ÖZBAY

Yeni kitabınız hayırlı olsun. Bu çalışmadan muradınızı Derin Tarih okurlarına nasıl aktarmak istersiniz?

Öncelikle teşekkür ederim. Kitabımın gayesi net olarak zihinlerdeki basmakalıp tarih yargısını kırmak ve insanlara tarihin yürüyen bir süreç olduğunu göstermek. Maalesef tarih algısı geniş bir kitle tarafından geçmişte yaşanıp bitmiş hadiselerin aktarımından ibaret görülüyor. Bu anlayış tarihle bütünleşmemizi önlüyor. Oysaki tarih, dün yaşanıp biten hadiselerin hikâyesi olduğu kadar bugünün olaylarının da ruhunun atlasını çizen bir uğraşı sahasıdır. İşte bu sebeple, kitabın muhtevası bu gaye doğrultusunda şekillendi diyebilirim. Belli bir zaman aralığı ve mekân gözetmeden, her iklime uğrayıp insanın hikâyesine yolculuktan ibaret bir çalışma kısacası.

Kitabınızın ismi cevaplanması mühim, bir o kadar da müşkül bir sorudan yola çıkıyor: Tarih Neye Yarar? Bu iddialı ve cesur başlık okuruna ne vaat ediyor?

Evet, ismi iddialı. Bu bir meydan okuma içeriyor desem yeridir. Çünkü dediğim gibi kitap başka bir bakış açısı vaat ediyor. Aslında temel vaadi -ki cidden riskli bir girişim bu- tarihin bir insanlık laboratuvarı olduğunu, tarihî yaşanmışlıkların malumattan öte, kişinin günlük hayatında da yol gösterici bir vazifeyi ifa ettiğini göstermek.

Sizi bu kitabı yazmaya sevk eden sorular oldu mu? Kendi kendinize sorduğunuz yahut çevrenizden size yöneltilen…

Öncelikle insanların tarihe olumsuz yaklaşımları beni bu kitabı yazmaya sevk etti diyebilirim. Dediğim gibi tarihî olayları bir rivayet, donuk bir malumat; dahası tarihi bir mezarlık, tarihçiyi de mezarlık bekçisi olarak gören anlayışı yıkma gayreti desem yeridir. Belki binlerce defa “Hocam, tarih olup bitmiş şeyler. Şimdi ne işimize yarayacak ki?” sorusuna maruz kalmam da beni motive etti şüphesiz.

Kitap boyunca Marie Antoinette’den Gazneli Mahmud’a, sömürgecilik tarihinden Sezar’a, Sultan İbrahim’in koyduğu samur vergisinden cevval Osmanlı kadını Cevrî Kalfa’ya, Babil hükümdarı Labynetos’tan eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış en eski din kitaplarından olan Kitâb-ı Güzîde’ye çok farklı dönemlere, mekânlara, şahsiyetlere ve müesseselere uğruyor kaleminiz. Ve bu duraklardan enteresan hikâyeler topluyor. Bu hikâyeleri aktarırken neye dikkat ettiniz? Okurun zihninde hangi bakımlardan yer etmelerine ihtimam gösterdiniz?

Çok güzel özetlediniz aslında. Dediğim gibi kitabın pusulası zaman ve mekân gözetmiyor. Gözettiği tek nokta, yaşayan bilgiyi takip etmek. Bu hikâyeleri tararken asla tarihte ilginç olaylar derlemesi yapma gayretinde olmadım. Buna benzer pek çok eser var. Bunlar kendi alanında hoş eserler elbette. Ama benim metodum, tarihî kaynaklar içerisinde satır arasına sinmiş insanî durumları bir madenci gibi tespit edip, toz ve topraktan arındırıp rafine halde okuyucuya sunma yolu oldu. Örneğin hediye alıp vermek günlük hayatımızın içinde olan bir durum. Fakat bunun tarihteki yeri, etkisi, hediyeleşen insanların zihin durumu ile okurun kendisini özdeşleştirmesi benim için önemli. Bugün okulda haylazlık yapan çocuğuna söylenen ebeveynle binlerce yıl önce aynı şekilde söylenen Sümerli ebeveyni birleştiren nedir sizce? İşte çalışma buna dair yüzlerce örneği yakalayıp okura sunuyor ve diyor ki: “Tarihî karakterlerin yaşadıklarını, hatalarını, başarılarını aslında her gün siz de yaşıyorsunuz, farkında mısınız?”

Devamı Derin Tarih Haziran Sayısında…

Benzer konular