MUHAMMED MAHMUT BAKIR: “TANZİMAT, YARALI BİLİNÇLERİN YARIK VE BOŞLUKLARINI DOLDURAN BİR JOKERDİR”

KONUŞAN: YUSUF SAMİ KAMADAN

Akademimizde genel olarak yüksek lisans tezleri üzerinde çok durulmayıp doktoraya mesai harcanması adet haline gelmiş durumda. Fakat siz, gerek sarf ettiğiniz vakit gerek üzerine eğildiğiniz mevzu bakımından doktora çapında bir tez kaleme aldınız. Yakın bir zamanda itmâm ettiğiniz bu tezde bir iddianız var. Yakın tarihimizi okumada Tanzimat bir kırılma noktası olarak kabul edilir. Sekülerleşmenin, Batılılaşmanın başlangıç noktası olarak 1839 yılı gösterilir. Fakat tezinizde bu tarih okumasının hatalı olduğunu, bu durumun hususen ideolojik bir sebebe dayandığını iddia ediyorsunuz. Nedir bunu düşündüren?

Bir mesele üzerine ilk defa düşünen kişi olmak neredeyse imkansızdır. İnsanın, bikrini muhafaza eden pür, saf meseleleri, şeyleri bulması ve onların üzerine tefekkür etmesi, “yakası açılmamış hakikatler” vaz etmesi çok az kişiye nasip olacak bir şeydir. Bu yüzden de her tarihçi, daha evvel üzerine bir yığın malumat ve literatür oluşturulmuş mazideki bir vaka ve/veya vâkıaya odaklanır. Şartlanmışlık ve peşin kabuller müspet yahut menfi olsun, tarihçiye/insana karşı kaderin oldukça manidar bir cilvesidir. Hem bu husus hem de tarihi, “tarihçinin tarihi” olarak görmem dolayısıyla büyük anlatılara karşı zihnimde hep bir soru işareti mevcuttur. Birilerinin çıkıp Türk tarihinin belki de en büyük üç-dört anlatısından biri olan Tanzimat ile alakalı en temel sualleri tekrar sorması gerekiyordu. Bu suallerin bir kısmı esasında 90’lı yıllardan bu yana birkaç değerli ismin ne yazık ki sesi duyulmayan çığlıklarında saklıydı. Bir nevi bu boşluğu fark ederek en temelden yola çıktım diyebilirim. En az şüphe edilen şeyler, çoğu kez yıkılmaya en teşne olanlardır. Fakat bu harabe ahvali görmeye mâni olan bir satıh var: “Büyük” tarihçilerin yıllanmış makyajları. İntelijansiyadaki en temel problemlerden biri de otorite problemidir. Tarih bir kutsiyet sahası, bir türbe ve mabet olarak görülürse, elbette bazı tarihçiler peygamber mesabesinde olacaktır. Bu izanın tabii izdüşümü de onların yazdıklarını vahiy gibi telakki etmektir.

Halbuki başkalarının hakikatlerinin bezirganlığını yapmaktansa insanın kendi hakikatsizliğinde boğulması evladır. Hakkı verilmemiş ve bedeli ödenmemiş hakikatleri sahiplenmek mukallit olmaktır. Tanzimat’ı mukallidâne bir şekilde okumaktansa onun bedelini ödemeyi evla gördüm diyelim. Tabii burada “hakikati/sırrı keşfedip ifşa eden” bir kişi olarak konuşmuyorum. Böyle bir iddiam yok, hiç olmadı da. Tarih haddizatında “geçmiş” üzerine bir inşa faaliyeti olduğu için yaptığım çalışmanın Tanzimat’a dair bugüne değin yazılanlardan bir fevkiyet ve/veya dûniyeti yoktur. Türk tarihçilerinin/insanının Tanzimat’a dair gördüğü binlerce rüya varsa ben de kendi rüyamı/hikayemi anlatmaya çalıştım diyebilirim.

Tanzimat’a gelecek olursak, Osmanlı’nın son 200 yıllık tarihi biteviye “modernleşme”, “Batılılaşma”, “sekülerleşme”, gelenekten kopuş ve mümasili değer yüklü mefhumlar ile tahlile tabi tutulmuştur. İndî, sathî, ideolojik, pejoratif ve modern reflekslerin kıskacında kalan söz konusu tarihî vetire, tarihî bilincin en esaslı yarıklarından/yaralarından birine karşılık gelir; yani Tanzimat-ı Hayriye ya geleneğin boyunduruğundan kurtulmayı temsilen müstakbel Cumhuriyet’in hazırlayıcısı bir tarihî sıçrayışı/aydınlanmayı ya da şaşalı maziden inhirafın başladığı bir tegayyürü ifade eder. Kâh nurdan zulmete, kâh zulmetten nura, olabildiğince farklı tarihî ve insanî bağlamlara oturtulan işbu vetirenin müşahhas olarak neliğinin/mahiyetinin dahi bugüne değin müşterek bir bilgi yekûnu hâline gelememesi bu yüzden hiç de şaşırtıcı değil. Kâhir ekseriyetiyle söz konusu tavır ve tarzda olan mevcut literatürle Osmanlı’daki değişim ve dönüşüm bahislerinde tutarlı bir değerlendirme yapabilmenin zorluğu da bundan kaynaklanıyor. Eski-yeni, kadim-cedid, Doğu-Batı, muhafazakâr-liberal ve sair dikotomik kavramlara irca edilerek inşa edilen muhayyel Tanzimat diskurunun bütün çelişki ve tutarsızlıklarıyla kendi kendisini yapısöküme uğrattığı da yadsınamaz bir vâkıadır. Tam da bu sebeple Tanzimat-ı Hayriye kendisini çevreleyen işbu ikilikler cümbüşünden azade olarak yeni bir teorik yaklaşımla ele alınmayı hak ediyor.

Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…

Benzer konular