Profesörlerin kıyafetleri hangi manastırda biçiliyor, hangi kilisede dikiliyor mu deseydim yoksa?
Oldum olası üniversitelerimizin kahir ekseriyetinin tercih ettiği resmi akademik personel kıyafetlerinden rahatsız ve tedirgin olurum. Bir yabancılık hisseder, bir oturmamışlık, eğreti bir duruş görürüm (Onun için jüriler hariç giymedim, kendim için de edinmedim). Sebebi basit; neredeyse tamamı kilise kıyafeti veya onun renk ve stilizasyon itibariyle kötü taklidi. Yerli bir işareti, kültürel bir göndermesi, milli bir sembolizmi de yok.
Avrupa’da, sonra Amerika’da bunun böyle olmasının çok haklı ve meşru bir sebebi var; üniversitelerin gelenekleri, hatta ilk binaları itibariyle ana kaynağı kiliseler, manastırlar. Ayrıca adamlar fiilen veya kültürel olarak da Hıristiyan. Onun için akademik kıyafetleri sadece gelişigüzel, herhangi bir kilise kıyafeti değil, üniversiteyle ve bölgeyle irtibatlı olarak Hıristiyanlık içindeki mezheplere ve tarikatlara da doğrudan göndermede bulunan bariz unsurlar, şeklî özellikler, renkler taşır. Kepler de öyle. Bilen biri kıyafetleri görür görmez hangi mezhebin, meşrebin ve tarikatın olduğunu kolaylıkla anlar.
Peki bizde niçin böyle? Bunun kötü taklit, kaba Batılılaşma, cehalet, “milli” eğitim politikası fikrinin yokluğu, “millî” eğitim kıyafetlerinin olmayışı (veya belki doğrudan dolaylı dış dayatmalar) dışında anlaşılabilir, kabule şayan bir cevabı, bir gerekçesi yok. Diyeceksiniz ki profesör, doçent, doktor, dekan, rektör kelimeleri ve titrleri de kiliseye, Hıristiyanlık kültürüne ait değil mi? Öyle malesef, onlar da oradan geliyor.
Peki Türkiye’ye ne zaman bulaşıyor bunlar, kim bulaştırıyor?
Özenerek, bezenerek isimlerimizin önüne geçirdiğimiz titrlerin adresi ve tarihi çok açık ve belli; 1933 tarihli Üniversite Reformu (veya hâlâ bitmeyen üniversitenin tasfiyesi)…
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…