Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S 400 füze savunma sistemini denemeye başlaması üzerine ABD yetkilileri, bu hususta Türk yönetimini ikna edemedikleri için “çok mutsuz” olduklarını belirttiler. Türkiye’nin dış siyasetindeki bu köklü dönüşümün lehinde veya aleyhinde çok şey söylenebilir elbet. Benim üzerinde durmak istediğim husus, bu gibi gelişmelerin uluslararası sistemin yapısal dönüşümünü ne ölçüde yansıtmakta olduğudur. ABD’nin bir tür örtük tehdit sayılan mutsuzluk vurgusuna Türk hükümeti “savunma faaliyetimizi Amerikalılara soracak değiliz” açıklamasıyla cevap verdi. SSCB’nin ancak kısmen dengeleyebildiği Amerikan hegemonyası evresinde (yaklaşık 1945-1990) böyle bir tepki tasavvur edilemezdi. Dünyanın artık hegemonsuz bir çok-kutupluluk evresine girmiş olduğu söylenebilir. Özellikle 11 Eylül saldırılarından ve 2008 finans krizinden itibaren “Amerikan hegemonyasının, Amerikan yüzyılının veya Pax Amerikana’nın sonu”ndan söz etmek adeta klişeleşti. Oysa 27 yıl önce ben Amerikan Yüzyılının Sonu başlıklı kitabımı yayınladığımda bu gibi ifadelere bıyık altından gülünüyordu. Türkiye Yazarlar Birliği jürisi meselenin farkında olacak ki, 1993 Fikir Ödülüne bu kitabı lâyık görmüş, ben de ender Ankara seyahatlerimden birini yaparak ödülümü merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun elinden almıştım.
Hegemonya kelimesi Yunancada şehir-devletler arasındaki hâkimiyet ilişkisini açıklamada kullanılan hegemonia teriminden geliyor. Gramsci ile beraber kelimenin kullanımı, modern çağda “kapitalist devletin hayatiyetini” anlamada anahtar bir işlev üstlendi. Gramsci hâkim yönetim tarzının sınıfsal olduğunu düşünüyor ve bu bağlamda somut kurumsal biçimlerin ve maddî üretim ilişkilerinin nasıl öne çıktığını açıklamaya çalışıyordu. “Bir sınıfın üstünlüğü ve dolayısıyla onunla irtibatlı üretim tarzının yeniden üretimi kaba kuvvet veya cebirle sağlanabilir. Fakat Gramsci’ye göre ileri kapitalist toplumlarda sınıf hâkimiyeti büyük ölçüde bir fikir ittifakı, entelektüel ve ahlâkî bir liderlik sayesinde başarıldı.” Hegemonya oluşumunda nihaî amaç iktisadî üstünlük sağlamak olsa da, bunun sürdürülebilir olması için düşünce ve sanatla bütünleştirilmesi (“fikrî iktidar”) gerekiyor. İktisadî üstünlüğün sık sık el değiştirmesinden ötürü de hiçbir hegemonya uzun ömürlü olamıyor.