İspritizma Dinin Yerini Alabilir Miydi?

1940’ların ortalarındayız. Tekpartili yıllar devam ediyor ama savaş sonrası değişim rüzgârları da esmeye başlamıştır. Ruhlara inanmadığını söyleyen Samet Ağaoğlu o zamanın Büyükada’sından anlatıyor. Yanında felsefeci Macit Gökberk de varmış:

“Ruh davetini Peyami [Safa] öylesine jestlerle, seslerle yapıyordu ki heyecanlanmıyor değildim. Bir masanın çevresinde oturuyorduk. O elini masaya koyuyor, âhenkli bir sesle yavaş yavaş davete başlıyordu: ‘Ey ruh hazretleri, ey efendimiz! Lütfet, bize iltifat et. Sana ricalarımız olacak. Yardımına muhtacız. Ey ruh! Geldiğini şu masanın ayağını üç defa kaldırıp indirerek haber ver!’ Peyami bunları söylerken nefesi sıklaşıyor, sesi titriyor, kısılıyordu. (…)”

Dönemlerinin, tahsillerinin, gelecek tasavvurlarının bir uzantısı olarak dine mesafeli veya dinî alanın dışında kalan/dışında duran, öyle gözüken/öyle gözükmeyi tercih eden bu okur yazar insanların ispritizma seanslarına bu kadar yakın ve sıcak durmalarını, ruh çağırmaya bu derecede temayül göstermelerini nasıl anlamak doğru olur? Nereden çıkmıştı bu “saçmalık”! Bilim ve medeniyet asrında Mazhar Osman’ın deyişiyle “alafranga cincilik” nasıl “aklı hür”ler arasında bu kadar yol bulmuştu?!.

Hemen hatırlatmamız lazım; hem dünyada hem de bizde kesinlikle istisnai bir şey değildi bu manzaralar. Türkiye’de tahsilli dindar insanları, muhafazakâr camiayı, hatta tasavvuf ve tarikat çevrelerini, halife-şeyh olarak bilinen bazı zevatı bile tesiri altına almış kuvvetli bir rüzgâr, etkili yüksek bir dalga ile yüzyüzeydik.

Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…

Benzer konular