MASKELER VE İLLETLER

Geride bıraktığımız ay ana haber bültenlerini her açtığımızda, cerrahî maske takan çaresiz çekik gözlü insanlar görüyorduk. Uzak diyarların çekik gözlü insanları öylece yığılıyorlardı oldukları yere ve titreme nöbetleri geçirirken etraftaki diğer maskelilerce görmezden geliniyorlardı. Biz; maskesiz ötekiler de -her bulduklarını yediler; sonunda olacağı buydu- teşhisini koyuyorduk ve üçer beşer yolcu ediyorduk ahirete. Başlarda her şey trajikti. Stalin’in “bir insanın ölümü trajiktir, on insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir” sözü ise son iki haftadır aklıma gelmeye başladı. Çünkü artık bir gün içinde hayatını kaybeden insan sayısı yüzden ziyadeydi. Dahası artık hem maskeyi takan yüzler tanıdık yüzlerdi, hem de ölenler. Koronavirüs komşularımıza kadar gelmişti.

Bütün bunlar, seneler evvel seyrettiğim Takahisa Zeze’nin yazıp yönettiği Kansen Rettô filmi özelinde pandemik afet filmlerini hatrıma getirdi. Başrolünde, umutsuz olmalarına rağmen salgından korunmak için çaresizce cerrahî maskeler takan korkmuş kalabalıkların olması gerekirken sahte kahramanların olduğu filmler… Bir o yana bir bu yana savrulan, sonunda ya hastalıktan ya da “dünyayı kurtaran adam”ın emrindeki tam donanımlı kitle imha timlerinden kurtulamayarak can veren çekik gözlü maskelilerin filmleri… Sıradan insanların sıra dışı ölümlerini konu eden bu filmler yaşadığımız günlerde gerçek oluyor gibi. Özellikle Çin’den gelen son görüntülerde komünist polislerin millete yaptığı zorbalıklar distopik geleceği ve totaliter iktidarları konu alan Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in Biz romanından fırlamış gibi. Gerçi Koronavirüsünün yaptıkları Çin Komünist Partisi’nin geçmişte yaptıklarının yanında çok masum ve cılız kalır. Yani Biz romanı Çin için bir distopya değil buz gibi hakikat.

Medyadan takip ettiğimiz kadarıyla virüsün ulaştığı ülkeler çok fazla maske bekliyor. Halkların zihninde maskelerin enfeksiyonu önlediği kanaati hakim. Ancak bazı uzmanlara göre ne yazık ki cerrahî maske takmanın insanları virüsten koruduğu kocaman bir palavra. Zira maskenin doğumu, cerrahların nefesinde salınan damlacıklardan cerrahî yaraları korumaya ihtiyaç duyulmasından kaynaklandı. ABD Ulusal Bilimler Akademisi de, kalabalık topluluklarda “yüz maskelerinin, kullananı solunum tehlikelerine maruz kalmaktan korumak için tasarlanmadığını” söylüyor. Yani aslında maske korunmak için değil, korumak için takılıyor. Elimizde bir adet sorunumuz var artık. Toplumda cerrahî maskenin bir korku figürüne dönüşmesi de Alman Sosyolog Ulrich Beck tarafından teorize edilen bir başka sorun. Hususî olarak bu tür korkunun yüksek olduğu Asya, yakın çağı tamamlamış ve pandemik korku çağına girmiş gibi görünüyor. Beck, “risk toplumu” olarak adlandırdığı bu kitlelerin salgın karşısında benzer davranışlar geliştirmesinin “modernleşmenin neden olduğu tehlikelerle ve güvensizliklerle başa çıkmanın sistematik bir yolu” olduğunu belirtiyor. Bu organize davranışlar korkuyu yenmede başarılı da olabiliyor. Japonya’da ve Güney Kore’de düzenlenen “smog couture” defileleri ve buralardan mağazalara yayılan güllü-dallı, allı-pullu yüz maskeleriyle kitlesel korku yok edilmiş, hatta gençler arasında bir moda akımına dönüşmüş görünüyor. Buraya kadar konuştuğumuz maske, şu virüs haberlerinde halkın yüzünde gördüğümüz cerrahî maskelerdi. Peki takanı virüsten koruyan bir maske yok mu? Elbette var! Şimdi Çin’de görev yapan doktorları hatırlayın. Ve yüzlerinde maskenin bıraktığı derin izleri. Biraz acı çekmeyi göze almak gerekiyor gibi. Şimdi isterseniz gelin korunmak maksadıyla üretilmiş maskelerden ikisine yakından bakalım ve hafazanallah bir salgınla karşılaşacak olursak hangisini seçeceğimize karar verelim.

 

Veba doktoru maskesi

Gaga seviyorsanız bu maske tam size göre. Hem köklü de bir geçmişe sahip. 17. yüzyılda veba salgınıyla mücadele eden yarım hekimler (çoğu tıp eğitimi almamış amatörlerdir) tarafından kullanılmış. Yarım hekimin candan edeceği darb-ı meseli Avrupa’ya ulaşmamış olacak ki hastalarını ekseriyetle kurtaramayan bu sahte “veba doktorları” uzun yıllar ilgi görmüş. Gerçek doktorların olmadığı küçük yerleşim yerlerinde veba salgını görülmesi durumunda halk tarafından hastayı iyileştirmesi şartıyla ücret verileceği söylenerek kiralanırlardı. Şansları yaver gider de hasta iyileşirse karşılığını alırlardı. Bir tıp tarihi uzmanının “salgınlarda hastalığa yakalananların arasında ölenlerin sayısı kalanların hep altında kalmıştır” iddasını hatırlayınca yaptıkları işten çok kazançlı çıktıkları kesin. Maskelerinin gaga şeklinde olmasının da bir hikmeti var. Tıp tahsili olmayan ve vebadan büyük kazançlar sağlayan beyzadelerimiz kokudan rahatsız oldukları için böyle bir maske ürettirmişler. Maskenin içinde iki hazne, bu haznelerde de parfüm var. Böylece hem kötü kokulardan, hem de virüsten korunuyorlar.

 

 

Mickey Mouse gaz maskesi

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki insanlar her zaman şimdiki kadar şanslı değildi. Aralık 1941’deki Pearl Harbor saldırısından sonra, endişeli ABD’lilerin bir sonraki saldırının hangi yolla ve ne zaman geleceğine dair bir fikirleri yoktu. Belirsizlikle başa çıkmanın en iyi yollarından biri, türü kestirilebilen ama zamanı öngörülemeyen bir trajedi durumundan önce korkulu kitlelere yardım sağlamak için acil müdahale ürünleri geliştirmektir. Bunlardan biri de veba doktoru maskesiyle mukayese edilince oldukça sevimli bir ürün olan Mickey Mouse gaz maskesi.

7 Ocak 1942’de Pearl Harbor’dan bir ay sonra, Sun Rubber şirketi Walt Disney’in onayıyla çocuklar için koruyucu bir maske tanıttı. Maske tasarımı Kimyasal Savaş Servisi Şefi Tümgeneral William N. Porter’a sunuldu. Onaylanmasının ardından Sun Rubber şirketi, inceleme için örnek maskeler üretti. Mickey Mouse maskesinin başarısına bağlı olarak diğer çizgi roman karakterlerinin tasarımları da takip üretilecekti. Böylece belki de “smog couture” Japonya’dan yarım asır evvel ABD’de yapılmış olacaktı.

Maske çocukların taşıyacağı ve oyunun bir parçası olarak giyeceği şekilde tasarlanmıştı. Gaz maskesi takmak çocuklar için bir travma olmaktan çıkacak, bir oyuna dönüşecekti.

Neyse ki savaş bitti ve Mickey Mouse Gaz Maskeleri zaferde rol oynayan üst düzey subaylara ve politikacılara dağıtıldı. Bu iki maskenin de pandemik vakalara karşı sizi korumayacağını biliyorum. Neyse ki salgından nasıl korunurum sorusunun cevabını bendenizde aramayacağınızı da biliyorum. Son tahlilde bize en yakın pandemiler 1918, 1957, 1968, 2003 ve 2009’da cereyan etti. Henüz DSÖ koronayı bir pandemi kabul etmiyor ama biz biliyoruz ki sonuncusunu 2009’da atlattığımız sonrakinin de çok uzak olmadığını düşündüğümüz “pandemikler arasında”yız. Geçmişin gerçekleşen tehditleri ve geleceğin muhtemel tehditleri arasında, ameliyat maskesinin maskelediği medya haberlerine kalsak kendimizi bir mağaraya kapatacağız ama şükür ki maskenin arkasındaki suratı tanıyoruz. Elimizi dirseklerimizle beraber günde beş vakit yıkarsak korona kendine maske arar biz de keyfimize bakarız. Eski kelimelerle bir son cümle yazayım; bakarsınız bir salgınla yayılır: “İlel-i müstevliye tâun-ı mânevîden evladır.”

Benzer konular