İSLAM’DA İLK KORUYUCU HEKİM VE KARANTİNA UYGULAMASI
ADNAN DEMİRCAN
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Batı dünyasına “kara ölüm” diye anılan ve geçen asra kadar yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açan veba, pek bilinmese de İslam tarihinin ilk dönemlerinde tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bunlardan biri Amvâs vebasıdır. Adını, ilk defa görüldüğü yer olan Kudüs’ün 33 km kuzeybatısındaki Amvâs’tan alır. Urfa’dan Şam’a, oradan Ürdün ve Filistin bölgesine kadar geniş bir coğrafyada etkili olduğunu biliyoruz.
Hicret’in 18. yılında (m. 639) tezahür eden salgında pek çok Müslüman hayatını kaybetmiştir. Bölgenin başkomutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ın 58, onun yerine geçen Muâz b. Cebel’in ise 38 yaşında bu hastalıktan vefat ettiğini biliyoruz. Hz. Peygamber’in (sas) amcasının oğlu el-Fadl b. el-Abbas da Amvâs salgınında hayatını kaybedenler arasındaydı. Şurahbîl b. Hasene, Süheyl b. Amr, Utbe b. Süheyl, Hâris b. Hişam ve -Muâviye’nin ağabeyi, Şam valisi- Yezîd b. Ebû Süfyân da vebada ölen 25 bin Müslümandan birkaçıdır.
Hz. Ömer (ra) hastalığın etkili olduğu günlerde Şam bölgesine seyahate çıkmıştı. Başkomutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile bölgedeki ileri gelen komutanlar kendisini karşılayıp kötü haberi verdiler: Veba hızla yayılmaktaydı, yola devam etmek, ölüme bir adım daha yaklaşmak anlamına gelebilirdi.
Hz. Ömer haberi alır almaz Abdullah b. Abbâs’tan ilk muhacirleri toplantıya davet etmesini istedi. Hangi tedbirleri alması gerektiğini soracak, bir karara varacaktır. İstişareler sırasında bazıları Hz. Ömer’in belirli bir gaye için yola çıktığını, bölgeye girmeden geri dönmesinin uygun olmadığını, diğerleri vebalı bölgeye girilmemesi gerektiğini savundular.
Muhacirlerle yaptığı toplantıyı sona erdirdikten sonra Hz. Ömer, Ensâr’ın ileri gelenleriyle de bir toplantı yaptı; fakat bir sonuca varılamadı. Bu defa Mekke’nin fethinden sonra hicret eden yaşlıların çağrılmasını istedi. Onlar hep bir ağızdan hastalığın yayıldığı bölgeye girmemesi, hemen geri dönmesi gerektiğini söyleyince “Sabah yola çıkıyorum. Siz de yola çıkmak üzere hazırlıklarınızı yapın” talimatını verecekti. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sitem edince Hz. Ömer, “Ey Ebû Ubeyde! Keşke bu sözü sen değil de başkası söyleseydi! Evet, Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyoruz! Bir deve sürün olsa, bir tarafı çorak, bir tarafı verimli bir vadiye götürsen, onları verimli yerde de çorak yerde de otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?”
O sırada ortalıkta görünmeyen Abdurrahman b. Avf çıkageldi. Aralarındaki konuşmayı duyunca “Bende bunun cevabı olabilecek bir bilgi var. Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini duydum: ‘Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Eğer bulunduğunuz yerde veba ortaya çıkarsa oradan ayrılmayın.’ Hz. Ömer, onun naklettiği hadisi işitince Allah’a hamd ederek oradan ayrıldı (Buhârî, “Tıb”, 30).
Hz. Peygamber’in bu hadisi koruyucu hekimlik açısından önemli bir ilkeyi ihtiva eder. Bulaşıcı hastalıkla karşılaşmış olabilecek insan ya da başka canlıların, hastalık etkenini taşımadıkları kesinleşene kadar belli bir yerde alıkonulması anlamına gelen karantinanın önemi açıktır.
Sonuçta Hz. Ömer Medine’ye döndü; ancak Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh askerlerini bırakıp ayrılmak istemiyordu. Askerlerin arasına dönmesi halinde sonucun ne olacağını herkes gibi tahmin etse de Hz. Ömer’le gitme teklifini reddederek ordugâhta kaldı. Hz. Ömer’in gönlü ise Ebû Ubeyde’nin salgın bölgesinde kalmasından yana değildi. Hastalığın ulaştığı bölgeden çıkmasını sağlamak üzere kendisine gönderdiği mektupta “Seninle görüşmeye ihtiyaç duyuyorum. Mektubum ulaşır ulaşmaz onu elinden bırakmadan yanıma gelmeni istiyorum” diye yazmıştı.
Ebû Ubeyde, Hz. Ömer’in mektubu onu hastalığın yayıldığı bölgeden çıkarmak maksadıyla yazdığını anlamıştı. “Allah Müminlerin Emiri’ni bağışlasın” diyerek şöyle bir cevap yazdı: “Ey Müminlerin Emiri! Senin bana ihtiyacının ne olduğunu anladım. Ben Müslüman askerlerden bir askerim. Kendime onlardan farklı bir muamele yapamam. Yüce Allah ben ve onlar hakkında hükmünü verinceye kadar onlardan ayrılmak istemiyorum. Beni kararından muaf tut. Askerlerimle baş başa bırak.”
Hz. Ömer gözyaşları içinde okuduğu mektuba cevaben Ebû Ubeyde’nin salgın bölgesinde kalma isteğini kabul ederken, tavsiyede bulunmayı da ihmal etmiyordu: “İnsanları rutubetli bir yere yerleştirmişsin. Onları havası temiz yüksek bir yere götür.”
Bu hastalık sizin için rahmettir!
Mektup Ebû Ubeyde’ye ulaşınca Ebû Musa el-Eş’arî’yi çağırarak şunları söyledi: “Müminlerin Emiri insanları başka bir yere götürmemi emrediyor. Bir yer tespit etmek üzere gidip araştırma yap ki ben de onları yönlendireyim.” Ebû Musa sonraki gelişmeleri şöyle anlatır: “Yola çıkmak üzere evime gittim. Hanımımın vebaya yakalandığını gördüm. Bunun üzerine Ebû Ubeyde’nin yanına dönerek ona, ‘Yemin olsun ki aileme bir şeyler olmuş!’ dedim. ‘Hanımına mı bulaşmış?’ diye sordu. ‘Evet’ dedim. Ebû Ubeyde bineğinin getirilmesini istedi. Ayağını üzengiye koyarken veba ona bulaştı. Bunun üzerine, ‘Allah’a yemin olsun ki bana da bulaştı’ dedi. Sonra insanlarla birlikte Câbiye’ye gitti. Hastalık yayılınca onlara moral vermek amacıyla ayağa kalkarak şöyle bir konuşma yaptı: Ey insanlar! Bu hastalık sizin için rahmet, Peygamberiniz Muhammed’in duası, sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir. Ebû Ubeyde Allah’ın bundan kendisine bir pay ayırmasını diler.”
Ebû Ubeyde’nin hastalığının şiddetlendiği sırada bazıları Muâz’dan, Allah’a üzerlerinden bu belayı kaldırması için dua etmesini istediler. Muâz’ın cevabı kalplere saplanan ok gibi tesirliydi:
“Bu bir bela değil, Peygamber’inizin daveti, sizden önceki salih insanların ölümü ve Allah’ın içinizden bazılarına mahsus kıldığı bir şehitliktir. Ey insanlar! Dört şey vardır ki, kim onlardan bir şeyin kendisine isabet etmemesine gücü yetiyorsa o şey ona isabet etmez. Öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda bâtıl hâkim olacak. O zamanda bir kişi sabahleyin bir din üzere olacak, akşama başka bir din üzere olacak. Adam, ‘Allah’a yemin olsun ki, ben ne üzere olduğumu bilmiyorum’ diyecek. Basiret üzere yaşamayacak ve basiret üzere ölmeyecek. Bir kişiye, -Allah’ın kızdığı yalanı söylemesi için- Allah’ın malından verilecek. Allah’ım! Muâz’ın ailesine bu rahmetten yeterli nasibi ver.”
Hastalığın bulaştığı insanların sükûnetle ölümü beklemekten başka yapabilecek bir şeyleri yoktu.
Ebû Ubeyde vefat edince başkomutanlığa Muâz b. Cebel getirildi. Ayağa kalkarak Ebû Ubeyde’nin konuşmasına benzer bir konuşma yapmıştı: “Ey insanlar! Bu hastalık sizin için rahmet, peygamberiniz Muhammed’in duası, sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir. Muâz, Allah’ın bundan Muâz ailesine paylarını ayırmasını diler.”
Hastalık yaygınlaşınca Muâz b. Cebel’in arkadaşları bunun bir bela olduğunu söyledilerse de Muâz, “Allah’ın kullarına acıyıp şefkat ettiği rahmetini, kızdığı bir kavme verdiği azap gibi mi telakki ediyorsunuz? O, Allah’ın size has kıldığı rahmeti ve size mahsus kıldığı şehitliktir. Allah’ım! Bu rahmeti Muâz’a ve ev halkına da ver. Kimin ölmeye gücü yetiyorsa, fitne gelmeden önce ölsün. Öyle bir fitne ki, kişi Müslüman olduktan sonra küfre girecek veya helal yolla olmaksızın bir kişiyi öldürecek yahut isyankârlara destek verecek veya adam şöyle diyecek: Ben öldüğüm zaman mı, yoksa yaşadığım zaman mı hak veya batıl üzere olduğumu bilmiyorum.”
Muâz vebaya yakalanan iki oğluna, “Kendinizi nasıl buluyorsunuz?” diye sorunca, “Ey babamız! Hak, Rabbindendir. Sakın şüpheye düşenlerden olma” (Yunus 10/94) diye karşılık verdiler. Muâz ise “İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksınız” (Kasas 28/27) sözleriyle onları temin etti. Bir süre sonra iki hanımı vebaya yakalanıp vefat ettiler. Kendisi de hastalığa başparmağından yakaladı. Ağzıyla ona dokunarak şöyle dediği rivayet edilir: “Allah’ım! O küçük. Onun hakkında bana hayır ve bereket ver. Çünkü sen küçük şeylere de hayır ve bereket verensin.” Çok geçmeden o da vefat etti.
Komutayı devralan Amr b. el-Âs’ın konuşmasındaki şu ifade dikkat çeker: “Bu hastalık ortaya çıktığında ateş gibi yanar. Ondan korunmak için dağlara çıkın.” Ardından insanları dağlara çıkararak ayrı bölgelere yerleştirmiş, salgının ulaştığı gruptakiler hayatlarını kaybetse de vebalının olmadığı gruplar kurtulmuştu.
Salgın böylece sona erdi.
Sonuç olarak Amvâs vebası Müslümanların sosyal hayatlarında olduğu gibi Suriye bölgesindeki siyasî faaliyetleri üzerinde de epeyce etkili olmuştu. Vefat eden yöneticilerin yerine yenileri tayin edildi. Ebû Süfyân’ın oğlu Yezîd vefat edince Hz. Ömer, daha sonra Emevi Devleti’ni kuracak olan Muâviye’yi Şam valisi olarak görevlendirdi.
Böylece bölgenin yönetimi el değiştirmiş, sonraki yıllarda meydana gelecek olan siyasî hadiselerin kahramanlarının bir kısmı söz sahibi olmuştu.