İbnü’l-Arabî’ye Göre Allah’ın Sıfatlarının Bir Kısmı Kadında Bir Kısmı Erkekte Tecelli Etmiştir

Klasik tasavvufta kadın, nefis ve dünya ile özdeşleştirilerek kendisinden kaçılması gereken bir dünya süsü olarak sunulur. Ancak nefsin sadece “emmâre” hâli kötüdür ve mücâhede ve riyâzet yoluyla levvâme, mülhime gibi mertebeleri kat etme imkânı her zaman mümkündür. Aslında tasavvufta kadının diğer İslamî ilim dallarındakinden daha liberal bir statüde karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Kadın konusunda en müspet şekilde konuşan sufilerin başında Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 1240) gelir. “Tasavvuf yoluna girişinin başlangıcında, Allah’ın hiddetine maruz kalmaktan korkacak kadar, dünyada kadınlardan en çok nefret eden kişi” olduğunu bizzat ifade eden İbnü’l-Arabî (el-Fütûhât, IV/106), “Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve [üçüncüsü olan] namaz ise gözümün nuru kılındı” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ’, 1) hadisini öğrenince, nefsini bu hâlinden vazgeçirme mücahedesine koyulur. Nihayetinde “kadınlara karşı en müşfik, haklarına karşı en riayetkâr” bir insan haline geldiğini söyler (el-Fütûhât, IV/106).

Ona göre, bütün ariflerin kadın sevgisi bu hadise dayanır. Erkek onunla birlikteyken Allah’ladır ve secde halindedir. Varlık tek bir evdir ve bu evin Rabb’i de tektir. Yaratılmış olan her şey ehlullahtır ve kadın, erkeğin diğer yarısıdır. İnsaniyet, kadın ve erkeği câmi/kapsayan bir hakikattir ve burada erkeğin kadına üstünlüğü yoktur. Şu kadar var ki, göğün yere üstünlüğü kadar aralarında bir derece farkı vardır. Erkek âlemin muhtasarı, kadın da onun muhtasarıdır ve bu açıdan ona yetişemez. Derece olarak kadının ondan aşağıda olmasının sebebi, kadının ondan/onun eğe kemiğinden yaratılmış olmasındandır. Bu, bütün varlıkta böyledir ve durum sadece Hz. Meryem’de tersinedir: Hz. İsa (as) ondan yaratılmıştır. Ayrıca, Âdem ve Havvâ’da olduğu gibi her zaman erkek fâil, kadın münfâildir. Burada infial, “tekvin mahalli” demektir.

İbnü’l-Arabî, “Allah, erkek ve kadın” üçlüsü arasında çok sıkı bir sevgi bağı olduğuna inanır. Erkeğin kadına sevgisi, küllün (bütünün), ba’za (kendisinin bir kısmına) olan sevgisidir. Bunun için şair, “Ben Ehvâ’yım, Ehvâ da ben” demiştir. Kadın sevgisi, Allah’a götürür. Hz. Peygamber’in (sas) Âişe’yi sevmesinin sebebi de buydu. Şöyle ki: Allah, Âdem’i (yani erkeği) kendi sureti üzerine yaratmış, Âdem’den yarattığı Havvâ’yı (yani kadını) da Âdem’in (erkeğin) sureti üzerine yaratmıştır. Bu demektir ki, Allah erkeğin, erkek de kadının ‘vatanı’dır. Aralarındaki sevgi de bundan kaynaklanmaktadır. Allah’ın sıfatlarının bir kısmı kadında, bir kısmı erkekte tecelli etmiştir ve ancak bu ikilinin birlikteliği anında Allah’ın sıfatlarının hepsini bir arada müşahede etmek mümkündür.

İbnü’l-Arabî’nin çevresindeki kadınların ilk halkası, hiç şüphesiz ailesindeki kadınlar, yani annesi ve kız kardeşleridir. İbnü’l-Arabî’ye göre, oğlun anneye değil de babaya nispeti asıldır ve her açıdan oğul, babasına daha çok benzer. Hz. İsa’nın annesine nispeti, babaya nispetinin mümkün olmamasından dolayıdır. Zaten kadın, erkeğin eğe kemiğinden yaratılmıştır ve onun bir parçasıdır. Kadın, önce erkek, yani baba; sonra kadın, yani annedir. Kadın, “erkeklik”te ve “babalık”ta erkeğe mülhaktır. Bu sebeple insanın sadece annesine veya sadece babasına değil, ikisine birden itaati emredilir. Şu kadar var ki anne, oğlun varlığına sebepse de, oğul erkek olarak babaya ve dolayısıyla kadının bir cüzü olduğu varlığa daha yakındır. Daha da önemlisi, biz İbnü’l-Arabî’nin terminolojisinde el-ümm (ana: el-Câmi, yaratma mahalli, ilham eden, değiştiren, dönüştüren ve yaratan), ümmühâtü’l-kelimât veya ümmühâtü’l-ıstılâh (kelime veya terimlerin anası), gibi anneliğin altını çizen bazı kelimelere rastlıyor oluşumuzdur. Bu, onun anne sevgisinin tabii bir sonucu olsa gerektir.

Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…

Benzer konular