Hamâmîzâde İhsan

Hz. Ali’ye (ra) ait şu söz ne kadar güzeldir: “Tatlı su başı kalabalık olur.” Hakikaten büyük insanlar gürül gürül akan çeşmeler gibidir. Dolayısıyla hararetten dilleri, damakları kuruyanlar sürekli onlara koşarlar. Tarihe göz attığımız zaman ünlü mutasavvıfların etrafında geniş halkalar oluştuğunu görürüz; ilim ve irfan erlerinin bulunduğu mekânların bal arılarıyla çevrilen arı kovanlarına benzediğine şahit oluruz; sohbet ve edebiyat evlerinin gönüllü ve meraklı müdavimlerle dolup taştığını müşahede ederiz.

Bu güzel geleneğin son örneklerinden biri de Zeynep Kâmil Hastanesi’nin bânisi Zeynep Hanım’ın kocası ve Yusuf Kâmil Paşa’nın mühürdarı Mehmed Emin Paşa’nın Mercan’daki ünlü konağıydı. Paşa hazretlerinin hayrülhalefi İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın etrafında kümelenen tarihçiler, edebiyatçılar, saz ve söz erbabı adı geçen konağı adeta bir edebiyat akademisi, bir musiki meclisi, bir kültür evi haline getirmişti. “Dârülkemal” denilen bu konakta tarihî ve edebî sohbetler yapılıyor, klasik Türk musikisi icra ediliyor, hanendeler ve sazendeler tarafından meraklı misafirlerin gönül telleri titretiliyor, yakası açılmadık fıkralar anlatılıyor, müheyya meclisin müntehasına gelince ilahiler ve aşr-i şerifler okunuyor, huzzâr-ı kiram huzur sohbetleriyle huzur buluyordu.

Bu serbest akademinin merkezî şahsiyeti olan ve hakikaten kimseye benzemeyen İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın hayatını, şahsiyetini ve eserlerini ariz ve amik bir şekilde tetkik ve tahkik etmek için yola çıktığım zaman, hazretin çevresinde pervane olan üdebadan, şuaradan ve zürefadan birçok zevatla ülfet ve ünsiyet etmenin manevî hazzını yaşadım. İşte bu sırada keşfettiğim söz erbabından biri de Hamâmîzâde İhsan’dı.

Dost meclislerinin vazgeçilmez şahsiyetlerinden biri olan “edib ve lebib” Hamâmîzâde’nin en belirgin özelliği nüktedanlığı idi. Eski Türk edebiyatı hocalarından Ali Tanyeri nükteyi tarif ederken, “Zekânın tatlı tatlı kaşınması” derdi. Gerçekten de bir insanın ince latifeler yapabilmesi, asık suratlarda bile tebessüm aydınlığını uyandırabilmesi için kıvrak bir zekâya, şairâne bir yaratılışa sahip olması icap eder. Burada hemen belirtmemiz gerekir ki latife, nükte, fıkra veya espri, yerinde ve zamanında yapılınca dinleyenlerin kulaklarını tatlandırır, gönüllerini kanatlandırır. Aksi takdirde Münasebetsiz Mehmed Efendi’nin afakî sözlerinden ileri gitmez. İnsanın ne konuştuğundan çok nasıl konuştuğu, ne yazdığından ziyade nasıl yazdığı, “üslup” denilen cevheri ortaya çıkardığı gibi yerini ve zamanını iyi belirleyerek sözlerini nükte çiçekleriyle renklendirmesi de bu vadideki maharetini gösterir. Hemen belirteyim ki, iyi bir nüktedan güldürürken gülünç olmayan kimsedir. Unutmayalım ki gerçek nükte tebessümle tefekkürün izdivacından doğar.

Devamı Derin Tarih Ağustos Sayısında…

Benzer konular