Meşveret Meclisleri Osmanlı Siyaset Düşüncesini Ne Yönde Etkiledi?

Osmanlı Devleti’ndeki kurumlar ele alınırken Orta Asya Oğuz geleneği ile başlayarak Hârezm, Mâverâünnehir bölgelerinde var olmuş ve nihayetinde Selçuklu Anadolu’suna kadar uzanmış Türk-İslâm geleneğiyle ilişkisi göz ardı edilmemelidir. Türk-İslâm geleneği muvacehesinde gelişmiş divan, kurultay ve meşveret meclisleri, kendine has idarî yapılanması ile Osmanlı Devleti’nde de yansımalar bulmuştur. Nitekim Osmanlı Devleti’nin en yüksek siyasî ve idarî karar organı olan Dîvân-ı Hümâyun ve zaman içerisindeki dönüşümü, bu geleneğin bir uzantısı olarak şekillenmiştir.

Dîvân-ı Hümâyun’da şer’î, örfî ve malî konular görüşülürdü. Fatih dönemine kadar daha çok padişahın, sonraları ise sadrazamın riyasetinde toplanan divan, 17. yüzyıldan itibaren önemini kaybetmiş ve devlet işleri önce sadrazamın konağında ikindi divanında, daha sonra ise Bâbıâli’de görüşülmeye başlanmıştır. Meşveret meclisleri ise 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar rutin siyasî ve idarî meselelerin dışında cephede savaşla ilgili, merkezde ise olağanüstü hallerde toplanan bir kuruldu. Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinin 18. yüzyılda sadrazamlığa geçip Bâbıâli’nin teşekkül etmesinden sonra meşveret meclislerinin öneminin arttığı görülmektedir.

18. yüzyılın ikinci yarısına kadar meşveret meclislerinde askerî meselelerde padişahla birlikte müzakereler icra edilirdi. Nitekim 1710 yılında padişahın riyasetinde toplanan meşveret meclisi neticesinde Prut Savaşı’nın yapılmasına karar verilmişti. Diğer taraftan, aynı asırda İran ile ilişkilerin bozulmasına binaen de birçok defa meşveret meclisleri tertip edilmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra meşveret meclislerinin müzakere vakitlerinin artmasının yanı sıra ele alınan konuların çeşitliliğinde de artış görülmektedir. Örneğin 1756 yılında cizye vergisinde yapılacak zammın kararı dahi buradan çıkmıştır. I. Abdülhamid ve III. Selim dönemlerinde ise meşveret programlarının daha düzenli bir hal aldığı tespit edilmektedir. Bunda şüphesiz 1768-74 ve 1787-92 Osmanlı-Rus-Avusturya savaşları neticesinde Kırım’ın Rusya’ya terk edilme sürecinde ortaya çıkan siyasî kargaşanın yanı sıra, bütün bir memâlik-i mahrûse vicdanında şifa kabul etmeyen bir yaranın sorumluluğunu tek bir kişiye yüklemeyip birçok kişi arasında paylaştırmak ve bir nevi meşruiyet zemini hazırlamak gayreti de etkili olmuştur.

Devamı Derin Tarih Ağustos Sayısında…

Benzer konular