13 Ocak’ta vefat eden ve 14 Ocak’ta rahmet deryalarında sırlanan Orhan Okay Hoca ile birlikte hususiyet sahibi bir insan daha aramızdan sessizce çekildi. Zaten “hususiyet sahibi” ifadesi de hayatımızdan, lisanımızdan çoktan çekilmişti. (Sözlüklerde var mıdır acaba? Bir bakın isterseniz.)
Orhan Hoca’nın birbirini tamamlayan üç mühim yönü var sanırım. Birinci sıraya muallim-hoca tarafını mı yoksa yazarlığını mı çıkarmak lazım? Tercih yapmak zor. Doğrudan talebesi olanlar belki daha kolay karar verebilir, hemen hocalığından yana kanaat belirtebilirler. Ya insan olarak Orhan Okay? Bir sohbet insanı, bir tebessüm, bir merak, bir dikkat ve hayret, bir zarafet adamı… İlgisini, ülfetini, sabrını, muhabbetini, dostluğunu ve yardımını her seviyeden insan için bir şekilde kullanmak, hatta zaman zaman bezletmek isteyen biri…
Hem 2003’te basılan Mehmet Kaplan’dan Hatıralar Mektuplar kitabı hem de 2015’te kitaplaşan Anadolu’dan Hatıralarla Nurettin Topçu’nun Mektupları adlı eseri sadece iki üstadının ona yazdığı mektupları değil onun iki hocasını örnek alarak orta tedrisatta yahut üniversitede, Anadolu’da idealist, ilkeli ve gayretli bir muallim-hoca olmak istikametindeki kuvvetli arzularını, uzun ve sabırlı çabalarını da ele verir. Talebelerinin anlattıkları ve yazdıkları da bunun şahididir. Karşımızda muallimliği bütün âdap ve erkânıyla, bir ibadet derecesinde ciddiye alan, hayatını, mesafelerini ona göre tanzim eden, mesleğinin âdeta bir tabiat haline gelmesi için gayret sarf eden bir insan var.
Emekli olduktan sonra da öyle idi, öyle kaldı; İSAM’a yahut toplantılara giderken okula, üniversiteye gider gibi giyinip kuşanıyor, derse veya müzakereye hazır bir hâlete bürünüyordu.
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…