Türkiye’de cumhuriyetin ilânından sonra gerçekleşen en acı hadiselerden biri, 1931 yılında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yaklaşık 30-50 ton arası değerli belgenin “kâğıt hamuru olarak kullanılmak üzere” Bulgaristan’a satılmasıdır. Neyse ki, okkası üç kuruşa elden çıkarılan ve Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi binasından vagonlara yüklenerek Sofya’ya gönderilen belgelerin kıymeti Bulgar yetkili makamlarınca anlaşılmış, böylece imha edilmeyerek hızlıca hepsine el konulmuştur. Bu sayede, İstanbul ve Kahire’den sonra en fazla Osmanlı arşiv belgesi bugün Sofya’da bulunuyor.
20 Haziran 2025 Cuma günü Sofya’ya yaptığım ziyaret sırasında, Bulgaristan Millî Kütüphanesi’nin tarihî binasında bu olağanüstü kıymetli belgelerin bir kısmını görme imkânı buldum. Aradan geçen neredeyse bir asırlık zaman zarfında henüz arşivin sadece ana bölümleri ismen tasnif edilmiş, içerik olarak keşfedilmeyi bekleyen sayısız vesika var. Arşiv ve koleksiyonlar hakkında sunum yapan Bulgar uzmanın şu cümlesi ise özellikle aklımda kaldı: “Osmanlı İmparatorluğu, bir kayıt, nizam ve bürokrasi imparatorluğuydu.” Sözüne delil olarak, 1700’lerde Girit’te tutulan bir vergi defterindeki detayları gösterdi.
Osmanlı sarayındaki merasimlere odaklandığımız sayımıza gelen yazıları okurken, yukarıdaki yoruma tekrar tekrar hak verdim. İster bir bayram töreni olsun, isterse bir sünnet merasimi, her şeyin inceden inceye kaydedilip arşivlendiği, hiçbir şeyin tesadüfe ve oluruna bırakılmadığı, intizamlı ve özenli bir imparatorlukla karşı karşıyayız. Bu, zamana ve mekâna kıymet veren, akıp giden hiçbir şeyin kaybolmasına razı olmak istemeyen bir şuurun yansımasıydı kuşkusuz. Aynı şuurun ürettiği insan tipi de bugün hâlâ erişemediğimiz yüksek bir seviyeyi ifade ediyor.
Yeni sayımızda, hayırla görüşmek üzere…