Ulu Mabed’in Romanını Yazan Durali Yılmaz: “Ayasofya’nın Kaderi İnsanlığın Kaderidir”

1976’da Ayasofya’yı kendi diliyle konuş­turarak Aziz Sofi adlı romanı kaleme aldınız. Romanı tercih etmek sizi zorla­mış olmalı.

Amacım, mimarî bir eserin konuş­turulmasından çok, Ayasofya’nın te­melinin atılışından bugüne kadarki İstanbul’u anlatmaktı. Bu da ancak Ayasofya merkeze alınarak yapılabilir­di. Kitabın yayınlanmasıyla başlayan olumlu yaklaşımlar bunun doğru bir seçim olduğunu gösterdi. 1500 yıldır yaşamakta olan bir kahramanın roma­nı ilk kez yazılıyordu. Hangi türe dahil edilmesi gerektiği bir süre tartışıldıysa da sonunda “roman”da karar kılındı.

Ne tür tepkiler aldınız?

Ayasofya Bizans’ın kaderi olduğu gi­bi, bizim de kaderimiz olmuş ve olma­ya devam etmekte. Romanı okuyanlar bunu hemen fark eder. Özellikle vur­gulanan Akşemseddin’in sözleri her şeyi anlatır: “Evvela İstanbul’u Sultan Mehmed Han fetheyler, sonra Ben-i Asfar alır. Ben-i Asfar elinden Meh­di tekrar fetheyler.” Bu sözlerin anla­mı Ayasofya’da somutlaşır. Romanın bu mesajının okurlar tarafından ge­nel olarak algılandığını söyleyebili­rim. Ayasofya’nın Bizans döneminin Kitab-ı Mukaddes, Osmanlı döneminin de Kur’an-ı Kerim açısından anlatılma­sı ise dikkatten kaçan hususlardan. Bö­lüm başlarındaki İncil ve Kur’an’dan yapılan alıntılar, metinlerin daha iyi algılanmasını sağlayacaktır. Hâsılı bi­linen tarihî olayları anlatmaktan çok, onlara nasıl bakılması gerektiğine dikkat çekmeye çalıştım.

Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında… 

Benzer konular