Ehl-i Frengistan Nazarından Osmanlı İstanbul’unda Ramazan

Batılı zihindeki Doğu’ya ait tasvirin cazibesi öteden beri bilinir. Avrupa’yla münasebetinde, şahsında İslâm dünyasını temsil eden Osmanlı, hiç şüphesiz bu cazibenin bir misaliydi. Batı devletleri karşısındaki bir Türk imparatorluğu imajı, Avrupalı zihinlerde mistik unsurlarla bezenmiş bir sultan tasviri ve bu imparatorluğun payitahtı, yani içerisinden dev bir nehrin geçtiği, minarelerinin adeta göğü yardığı azametli camilere sahip İstanbul… Ve elbette çarşıları, esnafı, insanların kılık kıyafeti, başlarındaki külahlarıyla sokakta oynayan çocukları ve daha nice unsur bu cazibeyi yüzyıllarca beslemiştir.

Genellikle sefirlik ve elçilik gibi siyasî vazifelerle gelen Batılılar, bazen de seyyahlar İstanbul’u ve Osmanlı coğrafyasını dolaşarak Doğu imajını pekiştirmiş; tabii intiba ve hatıralarını yazma hususunda hayli velûd davranmışlardır. Bu alandaki dev literatürde Ramazana dair bahislere sıklıkla rastlamak mümkün. Seyahatleri Ramazana denk gelip de bundan bahsetmeyen seyyah yok gibidir.

1812 yılında Amerika’da dünyaya gelen Horatio Southgate bunlardan biri. Southgate 1840’lı yıllarda, mensup bulunduğu Amerika menşeli Episkopal Kilisesi tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına misyoner piskopos olarak gönderilmiş. Bu dönemde yaptığı uzun seyahatler boyunca Süryani Ortodoks, Doğu Asur, Nasturi ve diğer Hıristiyan mezhepleriyle temasa geçerek bunlarla Amerika Protestan Episkopal Kilisesi arasında irtibat kurma vazifesi verilir kendisine. Southgate gezi notlarını Narrative of a Tour through Armenia, Kurdistan, Persia, and Mesopotamia (Ermenistan, Kürdistan, İran ve Mezopotamya Yolunda Bir Seyahatin Hikayesi) ile The Present State of Christianity in Turkey (Türkiye’de Hıristiyanlığın Mevcut Durumu) isimli eserleriyle ölümsüzleştirmiştir.

Kendi anlatımıyla, 8 Aralık öğle saatlerinde, ertesi günün Ramazan olduğunu haber veren “korkunç” bir top sesi ile irkilir. Eserine Kur’an-ı Kerim’deki orucu emreden ayetle başlayan Southgate, okuyucusuna Ramazan ve oruç hakkında tafsilata varacak bilgiler verir. Ramazanda İstanbul’daki hayattan da bahseder: “İşçi ve tamirciler zorunluluk dolayısıyla alışık oldukları üzere işlerine devam ederler. Her zamanki işlekliğinde olmasa da çarşılar açıktır ve alışveriş devam eder. Orucun yorucu tesiri ve içinde bulunulan mevsim şartları günlük aktiviteyi ve koşuşturmacayı bastırır. Fiziki bir durgunluk hakimdir. Daha da dindar olanlar ise zamanlarının çoğunu camide veya evlerinde Kuran okuyarak geçirirler… Orucunu bozup bozmama konusunda kararsız olan çoğu kişi, orucu bozmak için yeterli bir sebep bulamamalarından dolayı, hem vicdanlarını tatmin etmek hem de kolaylık olması bakımından günlerinin çoğunu uyuyarak geçirirler.”

Kış ayına denk gelen bir Ramazan ayında İstanbul’da bulunan Southgate, yaz ayına denk gelen Ramazan orucunun, özellikle sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda olan fakir işçiler için çok zor olduğunu söyler ve bir hatırasını nakleder:

“Hatırlıyorum da bir keresinde şehirden birkaç mil uzaklıkta bir köye gitmek için iki kürekçiyle birlikte bir kayık kiralamıştım. Bütün gün kayıkta, deniz üzerinde geçmiş ve güneş batmadan oraya ulaşamamıştık. Bunu bilen kayıkçılar kendilerine bir testi su ile iki veya üç somun ekmeği hazırlamış ve bunları kayığa dikkatli bir biçimde sermişlerdi. Yedikule’den top atılıp, hemen arkasından şehrin minarelerinden yüzlerce müezzinin sesi gelip de orucun son bulduğu ilan edildiğinde biz hâlâ gideceğimiz yere birkaç mil uzaklıktaydık. Oldukça yorgun oldukları izlenimini veren kayıkçılar, küreklerini -bu şartlarda bunu nasıl göstereceğini bir Türk’ten daha iyi kimsenin bilemeyeceği kadar- sakin bir şekilde kayığa iliştirmiş, yerlerine oturmuş ve oruçlarını açmaya hazırlanmışlardı. Müezzinlerin ezan sesi suda yankılanırken oluşan hava, sakin bir huzur haykırışından başka bir şeyle ifade edilemezdi. Kayıkçılar sadece oruçlu hallerini gidermek için az yiyip içmelerinin ardından küreklemeye devam etmişlerdi.”

Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında…

Benzer konular