Şamil’in Abidesi Dağlardır

Şamil 1870 yılının Mart ayında Çar’dan Mekke’ye gitmek için izin aldı. Yetmiş dört yaşındaydı. Yazdığı mektupta, bir ayağının çukurda olduğunu anlatmıştı. Buna rağmen yetkililer, fevkalade katı davrandı. Gazi Muhammed ve Muhammed Şefi’nin, Şamil’e refakat etmesine izin vermediler. Şamil’in en sadık taraftarlarından olan Hacı Harito, Mekke’ye gitmemeye karar verdi. Derdi, Kaluga’daki eğlenceden kopmamak değildi. Hacı Harito, Kafkasya’yı özlüyordu. Rusların, valinin emrinde Unkratl bölgesini yönetme teklifini kabul etti. İpek gömleklerini ve eşyalarını toplayan Hacı Harito, Kaluga’daki sevgilileriyle vedalaştı ve memleketine döndü.

Şamil, eşleri, çocukları ve geriye kalan naipleriyle birlikte hacca gitmek üzere yola çıktı. Kafkasya’ya uğramadan Anapa üzerinden İstanbul’a gitmek için gemiye bindiler. Şamil, “gerilmiş teller üzerinden” Temirhan Şura’daki arkadaşlarına telgraf gönderdiği için çocuk gibi sevindi. Haber iki saate ulaşır, demişlerdi. Kervanların aynı yolu iki ayda aldığını hatırlayan Şamil, hayrete düştü. İstanbul’a yanaşan gemiyi, sevinç gösterileri yapan devasa bir kalabalık karşıladı. Rus Elçiliği, grubu yanlarında kalmaya davet etti; ancak Türk topraklarında Padişah’ın misafiri olduğunu söyleyen Şamil, bu daveti geri çevirdi. Sultan Abdülaziz, Şamil’i fevkalade görkemli bir törenle karşıladı. Dolmabahçe Sarayı’nın incilerle süslenmiş, göz kamaştıran salonunda Şamil’i başıyla selamladı. Halk, nereye giderse gitsin Şamil’in peşinden ayrılmıyor, camiye giderken bastığı toprağı öpüyordu.

Sultan, konaklaması için Şamil’e birkaç saray önerdi; ancak bu mekânların hiçbiri, onun sade zevklerine uygun değildi. Kim bilir belki de ihtiyar savaşçı, sürgünü Osmanlı sarayının güzel kokulu odaları ve şaşaalı ortamında, Kaluga’daki yılmaz Rusların arasında olduğundan daha derinden hissetmiştir. Dini bir kenara bırakırsak, Bâb-ı Âli’deki hayat ona tamamen yabancıydı. Sultan, halkın çok sevdiği Şamil’in Osmanlı tahtını tehdit edebileceğinden çekinmişti. “Bana, sizin eşkıya olduğunuzu söylediler” dedi.” Yüzünde muzip bir gülümseme beliren Şamil, “Olsa olsa sizin kadar” diye cevap verdi. Sultan’a, söz verdiği yardımın neden gönderilmediğini sordu. İmam’ın varlığından faydalanmayı bilen Sultan, Türkiye ve Mısır arasındaki bir anlaşmazlıkta arabuluculuk yapması için Şamil’den Kahire’ye gitmesini istedi. Vazifeyi kabul eden Şamil, meseleyi başarıyla halletti. Müminler arasındaki ihtilafın gâvurları memnun edeceğini söyleyip Mısırlıları ikna etti.

Dönüş yolunda, Şamil’in gizemli güçlere sahip olduğu efsanesini güçlendiren etkileyici bir olay yaşandı. Korkunç bir fırtına başlamış ve gemi denizde kaybolmuştu. Duruma kayıtsız kalamayan Şamil, fırtınayı dindireceğine söz verdi. Bir muska yazdı. Dualar eşliğinde kâğıdı dalgalara bıraktı. Kabaran deniz bir anda duruldu.

Şamil’in yokluğunda ailesi, Sultan’ın tahsis ettiği Aksaray mahallesindeki Koska’da bulunan köşkte bekledi. Bu elli odalı eski Türk evinin etrafı çınar ağaçlarıyla çevriliydi. Evin kendi mescidi vardı. Şamil’in evi beğenme nedeni, bu mescit olmuştu. Evin geniş selamlığını dolduran Kafkas sürgünler, dağları ve savaş günlerini yâd ediyordu. Söyledikleri yaslı şarkılar Şamil’in ailesinde nesilden nesle aktarıldı. Doğan her bebek bu ninnilerle uyutulurdu. Ey Gunib dağları, ey Şamil’in askerleri, Şamil’in hisarı savaşçılarla doluydu, yine de düştü, düştü ebediyen…

Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında… 

Benzer konular